Arama

Popüler aramalar

‘’Bir Lenin büstü‘’

Bir Rus yahudisi; İsrail’e göç müsadesi alır. Rusya’dan çıkışta, Rus görevliler bagajlarını kontrol ederken, elbiselerinin arasında Lenin’in büstünü bulurlar. Bunun üzerine de Rus yahudisine sorarlar:
- Bu nedir?
Yahudi kendinden emin tavırlarla yanıt verir:
- Bu nedir değil, bu kimdir diye sormanız gerekirdi... Bu büstün kime ait olduğunu biliyorsunuz. O, Lenin... Sosyalizmin temellerini atan, Rus halkına iyilikler getiren büyük lider, yoldaş. Ben de bu büstü, Rusya’da yaşadığım bereketli günlerin hatırası için yanıma aldım. Özlem duyduğum günlerde bu büste bakarak, hasret gidereceğim ve teşekkürlerimi sunacağım.
Rus görevliler bu laf kalabaklığından sıkılır ve “Tamam, tamam” diyerek yahudiyi bırakırlar.
Yolculuk biter ve yahudinin uçağı Tel Aviv havalimanına iner... Bu kez sorgu sırası, İsrailli gümrük görevlilerindedir.
Gümrük memurları, elbiselerin arasındaki büstü görür ve sorarlar:
- Bu nedir?
Yahudi, yine kendinden çok emin tavırlarla konuşmaya başlar...
- Bu nedir değil, bu kimdir diye sormanız gerekirdi. Bu büstteki adam, Lenin’dir. Bu deli cani yüzünden, Rusya’yı terk etmek zorunda kaldım! Bu büstü de yanıma aldım ki, her gün karşısına geçecek ve lanet okuyacağım!
Yahudi, o kadar çok konuşur ki; İsrailli gümrük görevlileri de pes eder:
- Tamam tamam, haydi geç ve evine git...
Rus yahudisi, sonunda akrabalarının kendisi için hazırladığı eve gider. Kısa sürede yerleşir ve memleketine dönmüş olmanın sevinciyle bir ‘aile partisi’ verir.
Lenin büstü; evinin salonundaki en özel köşede durmaktadır.
Büstü fark eden yeğenlerinden biri sorar:
- Bu kimdir?
Rus yahudisi cevap verir:
- Sevgili yeğenim; Bu kimdir değil, bu nedir diye sorman gerekirdi!
Yeğeni başını sallar ve sorar:
- Peki, bu kimdir?
Rus yahudisi cevaplar:
- 10 kilogram, 24 ayar altın... Üstelik vergisiz, gümrüksüz, KDV’siz!

Bakmak ile görmek farklı şeylerdir.
Yukarıdaki hikayede olduğu gibi; Bazen baktığınız şeyi,
göremezsiniz.
Bizim kulüplerimizi yönetenlerin bir çoğu da aynen böyle; bakıyor ama göremiyorlar.
Sonrasında da batıyor kulüplerimiz...

Baksanıza...
Beşiktaş’a tarihin en büyük
borç yükünü yükleyen Başkan, şu an Türk futbolunun başında...
Galatasaray’ı Avrupa’dan
men ettiren Başkan’ın
kongrede yeniden aday
olabileceği konuşuluyor.
Trabzonspor’u bu
hallere düşürenler, halen
‘üst akıl’ olarak fikir beyan ediyor.

Sorun büyük, fakat bakıyor, göremiyorlar.
Takım gol atamıyor; teknik direktörü yolluyorlar.
Borçlar dağ gibi; bin 500 TL maaş alan personeli kovuyorlar.

Asıl sorun kendileri aslında...
Göremiyorlar...

Sorunu göremeyenler, çözüm bulabilir mi?

09 Mart 2016, Çarşamba 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Böyle derbi görmedim!‘’

Gazetelerdeki yorumları okuyunca...

Televizyondaki yorumları dinleyince...

“Üçüncü Dünya Savaşı çıkmış, haberimiz yok” diyor insan...

Oysa ki onların yazdığı, onların anlattığı maçı, bizzat Ülker Stadyumu’nda, basın tribününde şahsıma ayrılan koltukta; Beşiktaşlı kardeşlerim Ayşenur Afyon ve Şinasi Akgün ile birlikte izledim.
Bu arada o yazanların, o anlatanların yarısından çoğu, o basın tribününde yoktu!

Asıp kesiyorlar ya; aslında sizin televizyondan gördüğünüz kadarını biliyorlar onlar da... Haberiniz olsun yani!

Oturuyorlar televizyon karşısına; sadece izliyorlar. Ruh yok... Heyecan yok...

Statta olsan...

Maç başlamadan gireceksin derbinin içine... Daha futbolcular ısınırken... İki teknik adam birbirine elini uzattı mı, göreceksin... Hangi futbolcu ne kadar motive, anlayacaksın... Tribünlerin havası nasıl, koklayacaksın!
Fakat zor işler bunlar! Ve ne gerek var!

Otur ekranın karşısına, izle, yaz-anlat, gitsin! Ama olmuyor işte...

Maçı izlemeyip onları izleyenler, zannediyor ki; Türkiye ile Rusya arasındaki gerilimin bir benzeri yaşanmış Kadıköy’de...

Gerçek olan ise şu: Bir maç oynadılar, bitti, ‘Sonra görüşürüz’ deyip ayrıldılar futbolcular... Hatta maç içinde Fenerbahçeli Volkan Şen delirince, Beşiktaşlı Tolga Zengin sakinleştirdi. Beşiktaşlı Beck, Fenerbahçeli Volkan Şen’in sırtına bastığında, sağlık görevlileri girip tedavi ettiler. Kimse birbirine girmedi yani... Her faulde rakip takım oyuncuları birbirlerine pozisyonları anlattılar. Volkan Şen’in Sosa’ya yumruk attığı pozisyonu çıkart; dostluk maçı havasında geçti derbi...

Maçı izlemeyip sizin yorumlarınızı okuyanlar, zannediyor ki; Cüneyt Çakır, sadece Kadıköy Bölgesi Hakemi ve bu yüzden böyle maçları yönetemez zaten! Yönetemedi de hatta size göre! Her kararı hatalıydı ve aslında maç sonrası asılmalıydı!

Böyle yazanlar; acaba futbolun sadece Türkiye’de oynanan bir oyun olduğunu mu düşünüyor!

Cüneyt Çakır denilen hakemin UEFA’nın ‘Elit Hakemleri’nden biri olduğunu bilmiyor mu?

Cüneyt Çakır’ın Şampiyonlar Ligi’nde final yönettiğini unuttu mu?

Cüneyt Çakır’ın Dünya Kupası’nda yarı final yönettiğini, finalde 4. hakem olduğunu hiç okumadı mı?

Cüneyt Çakır’ın (eğer biz kariyerini bitirmeyi başaramazsak) Avrupa Şampiyonası’nda finalin 1 numaralı adayı olduğunu biliyorlar mı?

Aslında mesele çok basit...

Beşiktaş kazansa, puan farkı 1 maç eksiğine rağmen 4’e çıkacak ve yolu yarılayacaktı. Fenerbahçe kazandı ve yarışa tekrar ortak oldu.

Pereira, çok mesai harcamış derbi için, bu doğru.. Ve rakibine oranla daha sıkışık takvime rağmen... Çünkü malum, Avrupa Ligi’nde de oynuyor Fenerbahçe halâ ve derbiden 3 gün önce Lokomotiv rövanşına çıkmıştı. Şenol Güneş, daha az çalışmış demem ama... Çünkü mutlaka elinden geleni yapmıştır. Fakat kadro rotasyonuna bakar ve iki takım oyuncularını karşılaştırırsanız, hamle sıkıntısının nedenini anlarsınız. Pereira; Alper, Diego ve Volkan Şen’i çıkartıp Nani, Ozan ve Hasan’ı sahaya aldı. Geçen yılın gol kralı Fernandao ile Gökhan’dan sonra ligin en iyi sağ kanadı Şener 1 dakika bile oynayamadı. Şenol Güneş ise Gökhan Töre ve Cenk’i aldı oyuna, Olcay ile Oğuzhan’ın yerine... O kadar... Gerisi yok kadroda çünkü!

Arkadaşlar... O konuşanların, o yazanların bahsettiği kadar kötü değil her şey kısacası... ‘Şampiyonluk Derbisi’ dediğimiz 90 dakika hır-gür olmadan bitti. Ne kazanan şampiyon oldu, ne kaybeden şampiyonluğu yitirdi. Daha 11 hafta, 33 puan var. Kıran kırana bir yarış sürüyor.

Siz, kötülükten beslenenlerin tuzağına düşmeyin, bu yarışın keyfini çıkartın sadece.

NOT: Yine küfür edilmiş Süleyman Seba’ya... Bu konudaki düşüncelerim net... “Seba’ya küfretmek” başlıklı yazıma okumak için TIKLAYINIZ.

02 Mart 2016, Çarşamba 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Seba'ya küfretmek!‘’

Benim doğduğum, büyüdüğüm ve öleceğim topraklarda, ölenin arkasından konuşulmaz...
İyiyse de kötüyse de...
Doğruysa da yanlışsa da...
Bendense de sendense de...

*
Çünkü artık o, aramızdan ayrılıp gitmiştir...
Günahıyla, sevabıyla...
Ve inananlar bilirler ki; artık onun için tek kararı verecek, Allah'tır.

*
En başta, ahlâki açıdan ayıptır yapılan...
Ayıp kelimesi bile az kalır aslında...

*
Beşiktaş'a küfredeceğim diye Süleyman Seba'yı diline dolamak; iğrenç küfürlerinin içine Rahmetli'yi de katmak...
Ayıptır...
Günahtır...
Terbiyesizliktir...
*
Fenerbahçeli bir grup bunu yapan...
Belki de yaşı gereği bir gün bile Süleyman Seba'nın Beşiktaş Başkanı koltuğunda oturduğunu görmeyen...
Süleyman Seba'nın Türk Futbolu'na kattığı değerlerden bihaber olan...
Onun nasıl biri olduğuna dair hiç bir fikri bulunmayan...
Bomboş kafalarında, küfürden başka hiç bir şey dolaşmayan...

*
Kurunun yanında yaşı yakacak değiliz elbette...
(Hayatta en sevmediğim bir kelimeyi kullanacağım şimdi, belki de hayatımda ilk kez...)
Birkaç kendini bilmez yüzünden, koskoca Fenerbahçe camiasına söz söylemek elbette haddimiz değil...
*
Fakat Beşiktaşlılar da aynı hataya düşüyor şimdi...
Düşmemeliler...
O bir grup boş kafalı Fenerbahçeli'nin yaptığı hataya...

*
Onlar Süleyman Seba'nın isminin de içinde yer aldığı küfürlü bir tezahürat yaptılar...
Beşiktaşlılar da Mersin maçı sonrasında, "Önce Aziz Yıldırım, sonra Fenerbahçeliler'e" diye başlayan ağıza alınmayacak küfürlü sloganlar yazıyor, paylaşıyorlar...
*

Oysa ki...
Aziz Yıldırım'a 19. yılına girdiği Fenerbahçe Başkanlığı'nın daha ilk günlerinde en büyük desteği veren adamdır Süleyman Seba...
Karasu'daki evinin kapılarını bir çok Beşiktaşlı'ya kapattığı günlerde, Aziz Yıldırım'ın 7 gün 24 saat girebiliği evi vardı Rahmetli'nin...

*
Bir gün Bülent Uygun'u ziyarete gittiğimde, Metris'te görmüştüm Rahmetli'yi...
"Bizimkiler'e geldim" demişti.
Yani yeğeni Tayfur Havutçu ve kardeşi Aziz Yıldırım'a...

*
Öldüğü gün, Fenerbahçe Kulübü bir taziye mesajı yayınladı. Aziz Yıldırım ise Fenerbahçe Başkanı olarak değil, kardeşi olarak ayrı bir taziye mesajı... Ne diyordu, hatırlıyor musunuz?
"Değerli büyüğüm, kıymetli ağabeyim, Türk sporunun temel taşı, Beşiktaş Kulübü Onursal Başkanı Süleyman Seba ağabeyimin vefatını derin ve onarılmaz bir üzüntü ile öğrenmiş bulunmaktayım. Bu siyah beyaz tarifi imkânsız üzüntümüz ve kederimiz ile seni uğurlarken, özlemimizin her gün biraz daha artacağını bilerek, başta kederli ailen olmak üzere Beşiktaş camiası ve Türk sporunun yeri dolmaz acılarını en kalbi duygularımla paylaşırım."

*
Öldüğü gün, eski bir Beşiktaş amigosu aradı beni. Ağlıyordu... "Hastaneye gittim, helallik istedim, vermedi... Abi, ne yapacağım ben şimdi" diyordu.

*
Kısacası; bunun sarıyla lacivertle, siyahla beyazla alâkası yok...

Mesele sadece insan olmakla ilgili... İnsan olalım, yeter yani...


İnsanların değerinin ölmeden önce bilinmesi gerektiğini belirten Yıldırım, Süleyman Seba hakkında, "O Türk sporunun aksakallarından biriydi" ifadelerini kullandı. Aziz Yıldırım, "Öldükten sonra değer bilmek hiçbir işe yaramaz. Keşke Süleyman abi buradaki mahşeri kalabalığı, sevgi ve saygıyı görebilseydi. Her zaman dürüst, namuslu bir insandı. O Türk sporunun aksakallarından biriydi. Öyle bir insanın abim olmasından sürekli mutluluk duyacağım. Allah rahmet eylesin. Geride kalanlara sabır versin" dedi. Önder Özen: Cennet art


İhale Dursun Özbek'e kalıyor, bu kabul edilemez. Galatasaray ceza alacaksa eğer, belki de en suçsuz Galatasaray Başkanı'dır Dursun Özbek... Kim yapmış o borçları, kim UEFA'nın denetimlerine kulak asmamış, har vurup harman savurmuş kulübün parasını... Ve tüm başkanlar gelirken Galatasaray için yan yana, kim gelmemiş oraya, bir bakın...

EN SUÇSUZU ÖZBEK!

Ne olacak bu Galatasaray’ın hali deyip duruyorduk; puan cetveli bize kapak yaptı!
Baksanıza; Lider Fenerbahçe’nin hemen arkasında, ikinci sırada Galatasaray? Üstelik Fenerbahçe kadar kazanmış, Fenerbahçe kadar kaybetmiş ve Fenerbahçe kadar berabere kalmış. Sadece attığı 1 eksik, yediği 2 fazla; puanı aynı ve averajla geride Sarı-Kırmızılılar... Ligin en iyi futbolunu oynuyor denilen Beşiktaş, 2 puan gerisinde... Önünde (daha doğrusu yanında) 1, arkasında 16 takım var ve halâ yerlebir ediliyor Galatasaray...
Kanmayın... Puan cetveli kandırır bazen adamı... Evet; Galatasaray yine şampiyon olabilir ve 4. yıldızı takabilir... Fakat sizler, yani Galatasaray’ın gerçek sahipleri; Ünal Aysal ve ekibinin maddi-manevi
nasıl bir enkaz bıraktığını görmezden gelmeyin.

Alex Telles, Bruma, Ontivero, Amrabat, Tarık Çamdal, Olcan Adın ve unuttuğum ne kadar sol kanat oyuncusu alınmışsa... İsimlerini ve maliyetlerini alt alta yazın, toplayın... Ne kadar para harcamış Ünal
Aysal ve ekibi, görün... Sonra sahaya bakın, kim oynuyor... Hakan Balta!

Veysel Sarı, Salih Dursun, Tarık Çamdal ve unuttuğum ne kadar sağ kanat oyuncusu alınmışsa... (Bu arada Gökhan Gönül’den sonra bu mevkiinin en iyi adamı Eboue de halâ Galatasaray’da... Yan gelip yatıyor, tıkır tıkır ödenen parasını sayıyor) İsimlerini ve maliyetlerini alt alta yazın, toplayın... Ne kadar para harcamış Ünal Aysal ve ekibi, görün... Sonra sahaya bakın, kim oynuyor... Sabri Sarıoğlu!
Pandev’i, Burdisso’yu, Umut Gündoğan’ı, Sinan Gümüş’ü, Yasin Öztekin’i ve unuttuğum kimler kimler varsa... (O kadar çok ki) İsimlerini ve maliyetlerini alt alta yazın, toplayın... Ne kadar para harcamış Ünal Aysal ve ekibi, görün... Sonra sahaya bakın, kim oynuyor... Yine Muslera, yine Sabri, yine Semih, yine Chedjou, yine Hakan Balta, yine Hamit, yine Selçuk, yine Melo, yine Sneijder, yine Burak, yine Umut...
Kanmayın... 4. yıldız da gelse Galatasaray’ın parasını har vurup harman savuran, 2.5 yıllık şaşalı hayatın ardından ilk dalgalı havada gemisini en önde koşar adımlarla terk eden Ünal Aysal ve ekibini unutmayın...
Çünkü şu an elde edilecek her başarı, Ünal Aysal ve o çooook meşhur profesyonellerine rağmen elde edilmiş olacaktır. Hani bir marşı vardır Galatasaray tribünlerinin; Gerçekleri tarih yazar, tarihi de Galatasaray...

Tarih, gerçekleri yazacaktır...

***

10 Kasım 2014, Pazartesi günü Fanatik'te yazmışız bu satırları...
O gün, bugün neler olabileceği konusunda fikirlerimizi beyan etmişiz.
Yeniden koyuyoruz bu yazıyı, çünkü ihale, Dursun Özbek'e kalıyor şimdi...
Olmaz...
Kalmamalı...
*
Futbolda Kevin Grosskreutz, basketbolda Kizer skandallarını elbette unutmuyoruz.
Dursun Özbek yönetimi de hata yaptı, bunu kabul ederiz, fakat bunlar devede kulak...
*
Galatasaray, Avrupa Kupaları'ndan ceza alacak ise buradaki en suçsuz adam Dursun Özbek çünkü...
Kimler mi suçlu?
Elbette listenin en başında cezaya neden olan sezonların başkanı var...
Sonrasında, o başkanın döneminde görev yapmış yöneticiler ve elbette profesyoneller...
En nihayetinde de senede bir kez yapılan Mali Genel Kurul'da o dönemin yönetimlerinin lehine kalkan eller...
*
Dursun Özbek, sadece kaldırdığı o eller nedeniyle eleştirilebilir ya da suçlanabilir.
*
Kimse, "Galatasaray Divan Kurulu Üyeleri, seçimle gelen yönetimini ateşe atmaz, ibra eder. Galatasaray geleneği bunu gerektirir" de demesin.
Adnan Polat halâ orada...
*
Galatasaray'ı kurtarmak için uğraşıp duran Dursun Özbek, geçtiğimiz günlerde tüm eski başkanları ve duayenleri aynı masanın etrafına davet etti.
Alp Yalman, Faruk Süren, Mehmet Cansun, Duygun Yarsuvat, Ali Dürüst, Adnan Öztürk, İrfan Aktar, Eşref Alaçayır oturdular yanyana...
Sizce kim gelmedi "Özel işlerim var" diyerek o toplantıya...


26 Şubat 2016, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Cüneyt Çakır yorulur mu?‘’

İyi olan her şey yasaklanmış sanki bu ülkede... Başarılı olan herkes, başaşağı yere düşsün isteniyor.
Her iyilik yapana aptal, her başarılı olana torpilli gözüyle bakılıyor.
*
Galatasaray-Trabzonspor maçı biteli, 4 gün oldu daha... “Çok yetenekli, gelecekte iyi yerlerde olacak” denilen Deniz Ateş Bitnel’in de bitiş günüydü o... Çok kötü bir yönetim gösterdiği, çok yanlış düdükler çaldığı net... Ne kadar dağıldığı, 1 dakika uzatmayı bile oynatamamasından belli... Bir daha maç yönetir mi, yönetmez mi bilemem; fakat kariyerinin büyük bir darbe aldığı kesin... Deniz Ateş Bitnel bitti... Deniz Çoban zaten gitmişti...
Kim kaldı elimizde?
Cüneyt Çakır, Bülent Yıldırım, Hüseyin Göçek, Fırat Aydınus ve birkaç arkadaşı daha... Her kötü yönetimde birinin kariyerine son mu vereceğiz?
*
Türk Futbol Tarihi’nin yetiştirdiği en büyük hakem kimdir?
Tartışmasız Cüneyt Çakır... Yıllar sonra Dünya Kupası’na gönderdik bir hakemimizi... Gitmekle kalmadı, yarı finali yönetti, finalde hakem ekibi içinde yer aldı.
Daha ne yapması gerek? Tahminim o ki; Avrupa Şampiyonası’nda final yönetecek.
FIFA, UEFA ‘Elit Hakemim’ diyor onun için... Bize düşen nedir peki?
Pamuklara sarıp sarmalamalı, ona karşı yapılacak her ön yargıya karşı çıkmalıyız. Destek olmalıyız değil mi?
*
Oluyor muyuz peki?
Deniz Ateş Bitnel kötü maç yönetiyor; “Cüneyt Çakır ve çetesi” diyorlar!
Babası Serdar Çakır’ın telefon numarasını yayınlayıp, “Arayın, hakaret edin, tehdit edin” diyorlar.
Merkez Hakem Komitesi ile hiç bir alâkası olmamasına karşın, tüm atamaları Serdar Çakır’ın yaptığını yazıp çiziyorlar.
Kim yapıyor bunları peki? Bu işleri en iyi bilenler aslında onlar; Eski hakemler!
Kariyerleri boyunca tartışılmamış tek düdüğü olmayan; aktif görev yaptıkları dönemde hiçbir kulüp tarafından istenmeyen; iptal edilmesi gereken maçları oynatıp oynanması gerekenleri iptal eden; ne Türk Futbolu ne Türk hakemliğine bir adım bile yol aldıramayan; ülkemizi başarıyla temsil edemeyen, bayrağımızı gururla dalgalandıramayan ne kadar eski hakem varsa; şimdi hepsi ‘Cadı Avı’na çıkmışlar.
Ama bir şeyi unutuyorlar;
İyiler mutlaka kazanır ve kötülük asla cezasız kalmaz...
*
Pazartesi bir derbi var. Belki de şampiyonluğa yön verecek bir derbi... Ve yine aynı ‘karanlık güçler’ devrede: Yorgunmuş, görev almak istemiyormuş falan filan...
MHK kimi atar bilemem, ama Cüneyt Çakır’ı atarsa, o da çıkar adam gibi görevini yapar.

25 Şubat 2016, Perşembe 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Daha çok...‘’

"Daha yüksek binalarımız, ama daha kısa sabrımız var. Daha geniş oto yollarımız,ama daha dar bakış açılarımız var. Daha çok harcıyoruz, ama daha az şeye sahibiz; daha fazla satın alıyoruz, ama daha az hoşnut kalıyoruz. Daha büyük evlerimiz, ama daha küçük ailelerimiz; daha çok ev gereçleri, ama daha az zamanımız var. Daha çok eğitimimiz, ama daha az sağduyumuz; daha fazla bilgimiz, ama daha az bilgeliğimiz var. Daha çok uzmanımız, ama yine de daha çok sorunumuz; daha çok ilacımız, ama daha az sağlığımız var.

Çok fazla alkol ve sigara tüketiyoruz, çok savurganca para harcıyoruz, çok az gülüyoruz, çok hızlı araba kullanıyor, çok çabuk kızıyoruz. Çok geç saatlere kadar oturuyor, çok yorgun kalkıyoruz. Çok az okuyor çok fazla televizyon izliyoruz ve çok ender şükrediyoruz. Mal varlıklarımızı çoğalttık, ama değerlerimizi azalttık. Çok konuşuyoruz, çok az seviyoruz ve çok sık nefret ediyoruz. Geçimimizi sağlamayı öğrendik, ama yaşam kurmayı öğrenemedik. Yaşamımıza yıllar kattık, ama yıllara yaşam katamadık. Aya gidip gelmeyi öğrendik, ama yeni komşumuzla karşılaşmak için caddenin karşısına geçmekte sorunumuz var. Dış uzayı fethettik, ama iç dünyamızı edemedik. Daha büyük işler yaptık, ama daha iyi işler yapamadık. Havayı temizledik, ama ruhumuzu kirlettik. Atoma hükmettik, ama ön yargılarımıza edemedik. Daha çok yazıyoruz, ama daha az öğreniyoruz. Daha çok plan yapıyoruz, daha az sonuca varıyoruz. Koşuşturmayı öğrendik, ama beklemeyi öğrenemedik. Daha fazla bilgiyi depolamak, her zamankinden daha çok kopya çıkarmak için daha çok bilgisayarlar yapıyoruz, ama git gide daha az iletişim kuruyoruz. Zaman artık, hızlı hazırlanan ve yavaş sindirilen yiyeceklerin; büyük adamlar ve küçük karakterlerin; yüksek kârlar ve sığ ilişkilerin zamanıdır. Günümüz artık, iki maaşın girdiği ama boşanmaların daha çok
olduğu, daha süslü evler, ama dağılmış yuvaların olduğu günlerdir.

Bu günler, hızlı seyahatler, kullanılıp atılan çocuk bezleri, yok edilen ahlaki değerler, bir gecelik ilişkiler, obez bedenler ve neşelendirmekten sakinleştirmeye hatta öldürmeye kadar her şeyi yapabilen hapların olduğu günlerdir. Vitrinlerde her şeyin sergilendiği, ama depolarda hiçbir şeyin olmadığı bir zamandayız. Öyle bir zaman ki teknoloji bu mektubu size getirebilir, siz bu içselliği ya paylaşmayı, ya da sil tuşuna basmayı seçebilirsiniz. Yaşam, aldığımız nefes sayısıyla değil, nefesimizi kesen anların sayısıyla ölçülür.” (George Carlin, Amerikalı bir komedyendi. 11 Eylül saldırısı ve ardından eşinin ölümü üzerine bu satırları yazdı.)
???
Daha büyük statlar yaptık, ama içlerini boşalttık, daha az taraftarımız var artık tribünlerde. Daha şatafatlı Arenalarımız var, ama içlerinden Atatürk’ü çıkarttık... Daha dev salonlar inşa ettik, ama artık yanyana
oturamıyoruz bile...

Daha büyük bütçelere ulaştık, ama daha az satın alabilir hale geldik. Daha kaliteli toplarımız, daha kaliteli formalarımız, daha kaliteli oyuncularımız var; ama sporumuzun kalitesi daha az. Daha çok seviyoruz kulübümüzü, ama daha çok nefret ediyoruz rakipten...

Televizyonlarımız HD artık, ama görmemiz gereken değerleri yitirdik.

Daha çok... Daha çok... Daha çok...

Ama; Aslında her şey daha az...
?
Ben; Daha alçak evler, ama daha uzun sabırların... Daha dar yolların, ama daha geniş bakış açılarının... Daha küçük evler, ama daha büyük ailelerin... Havanın kirli, ama ruhların temiz olduğu günlere dönmek istiyorum. Ben; Daha küçük ama daha dolu statları... Daha küçük, ama yanyana oturduğumuz salonları... Sibobu dışarıda toplarla oynadığımız ama daha çok eğlendiğimiz maçları... Kulübümüzü sevdiğimiz ama rakipten nefret etmediğimiz günlere dönmek istiyorum.
?
Ya siz?

24 Şubat 2016, Çarşamba 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’O koltuklarda neden oturuyorsunuz?‘’

Hani ‘büyülü Passolig kartı’na geçer geçmez olaylar ‘şak’ diye kesilecekti ya... Yalanmış! Yine küfür edeni, olay çıkartanı bulmuyorlar; onların oturduğu bütün tribünlere ceza kesiyorlar. Ağzı patlayıncaya kadar küfür edenlere, içinden küfür edeni de stada almıyorlar yani!

TFF’nin eksik kaldığı yerde devreye İl Güvenlik Kurulları giriyor. Olay çıkartma ihtimalini ortadan yok etmek yerine “Cezalı olmayan da gelmesin” diyerek kestirip atıyorlar. Emrullah Efendi’nin sözünü değiştirelim; “Şu taraftarlar olmasa ne güzel yönetirler futbolu!”

Passolig neden var?

Küfür edeni tespit etmek, cezalandırmak...

Kavga edeni ayırmak, cezalandırmak...

Alkol alıp dağıtanı, kendisi dağıttığı gibi yanındakine de maçı zehir edeni tespit edip, cezalandırmak...

Yani, aklınıza ne kadar kötü şey gelirse tespit etmek, cezalandırmak...

Kötü olanı cezalandırırken; iyi olanı da ödüllendirmek aslında amaç...

Peki ya uygulama?

6222 neden çıkarıldı!

Siz hiç etrafınızda, “Küfür ettim, bana 10 maç tribüne giriş yasağı verdiler” diyen bir şahıs gördünüz mü?

Ben etrafımda hep şunları görüyorum: “Ya adamlar küfrediyor, ben de ceza alıyorum...”

O halde değişen ne?

Yine herkes ceza alacaksa, Passolig neden var? 6222 neden çıkartıldı?

*

Bakın, bugün Bursa’da Bursaspor-Fenerbahçe maçı bomboş tribünler önünde oynanacak.

Haftaya (şu ana kadar kesinleşen) Fenerbahçe-Beşiktaş derbisinde Kadıköy’ün yarısı boş kalacak... (Daha doğrusu Kasımpaşa maçında tribünde olanlar giremeyecek.)

Beşiktaş’ın stadı yok, ama taraftarlarına tribüne giriş yasağı veriyorlar, iyi mi!

*

Bursa dedik ya, aklımıza geldi!

Küfredenler tespit edilmediği için bütün tribünlere, yani bütün Bursaspor taraftarına ceza verildi.

Buna karşın konuk takım taraftarları içeri girebilecekti.

O karar alınmasa bilet 899 TL’ydi

Fakat Türkiye Futbol Federasyonu bu cezayı verir de, İl Güvenlik Kurulu durur mu? Bursaspor Yönetimi, “Taraftarımız tehdit oluşturuyor. Rakip taraftarlara saldırabilir. Bakın sosyal medyada planlar yapıyorlar” gibi gerekçeler göstererek, Fenerbahçe taraftarının da stada alınmamasını istemiş!

İl Güvenlik Kurulu da “Korumak, önlem almak, olayların önüne geçmek, suç işleme olasılığı bulunanları tespit edip cezalandırmak” yerine, “Gelmesinler, olsun bitsin” demiş!

Ve dolayısıyla her iki kulüp taraftarı da olmayacak bugün statta.

Gerçi İl Güvenlik Kurulu bizi şaşırtıp konuk takım taraftarına izin verse de kimse o stada giremezdi!

Çünkü Bursaspor Yönetimi, kale arkasındaki her koltuk için 899 TL istiyordu zaten!

Taraftar olmazsa olay da olmaz!
Ne güzel değil mi?

Hani dönemin Milli Eğitim Bakanı (Maarif Nazırı) Emrullah Efendi demiş ya; “Şu okullar olmasaydı Maarif’i ne de güzel yönetirdim” diye...

Bizim TFF ile İl Güvenlik Kurulları da aynen böyle!

Mantık şu herhalde: Taraftar olmazsa, olay da olmaz!

Ne çözüm ama!

*

O halde sizin o koltuklarda oturmanıza ne gerek var!

20 Şubat 2016, Cumartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’En suçsuzu Özbek!‘’

Ne olacak bu Galatasaray’ın hali deyip duruyorduk; puan cetveli bize kapak yaptı!

Baksanıza; Lider Fenerbahçe’nin hemen arkasında, ikinci sırada Galatasaray? Üstelik Fenerbahçe kadar kazanmış, Fenerbahçe kadar kaybetmiş ve Fenerbahçe kadar berabere kalmış. Sadece attığı 1 eksik, yediği 2 fazla; puanı aynı ve averajla geride Sarı-Kırmızılılar... Ligin en iyi futbolunu oynuyor denilen Beşiktaş, 2 puan gerisinde... Önünde (daha doğrusu yanında) 1, arkasında 16 takım var ve halâ yerlebir ediliyor Galatasaray...

Kanmayın... Puan cetveli kandırır bazen adamı... Evet; Galatasaray yine şampiyon olabilir ve 4. yıldızı takabilir... Fakat sizler, yani Galatasaray’ın gerçek sahipleri; Ünal Aysal ve ekibinin maddi-manevi nasıl bir enkaz bıraktığını görmezden gelmeyin.

Telles, Bruma, Ontivero, Amrabat, Tarık, Olcan ve unuttuğum ne kadar sol kanat oyuncusu alınmışsa... İsimlerini ve maliyetlerini alt alta yazın, toplayın... Ne kadar para harcamış Ünal Aysal ve ekibi, görün... Sonra sahaya bakın, kim oynuyor... Hakan Balta!

Veysel, Salih, Tarık ve unuttuğum ne kadar sağ kanat oyuncusu alınmışsa... (Bu arada Eboue de hâlâ Galatasaray’da... Yan gelip yatıyor, tıkır tıkır ödenen parasını sayıyor) İsimlerini ve maliyetlerini alt alta yazın, toplayın... Ne kadar para harcamış Ünal Aysal ve ekibi, görün... Sonra sahaya bakın, kim oynuyor... Sabri Sarıoğlu!

Pandev’i, Burdisso’yu, Umut Gündoğan’ı, Sinan Gümüş’ü, Yasin Öztekin’i ve unuttuğum kimler kimler varsa... (O kadar çok ki) İsimlerini ve maliyetlerini alt alta yazın, toplayın... Ne kadar para harcamış Ünal Aysal ve ekibi, görün... Sonra sahaya bakın, kim oynuyor... Yine Muslera, yine Sabri, yine Semih, yine Chedjou, yine Hakan Balta, yine Hamit, yine Selçuk, yine Melo, yine Sneijder, yine Burak, yine Umut...

Kanmayın... 4. yıldız da gelse Galatasaray’ın parasını har vurup harman savuran, 2.5 yıllık şaşalı hayatın ardından ilk dalgalı havada gemisini en önde koşar adımlarla terk eden Ünal Aysal ve ekibini unutmayın... Çünkü şu an elde edilecek her başarı, Ünal Aysal ve o meşhur profesyonellerine rağmen elde edilmiş olacaktır. Hani bir marşı vardır Galatasaray tribünlerinin; Gerçekleri tarih yazar, tarihi de Galatasaray...

Tarih, gerçekleri yazacaktır...

10 Kasım 2014, Pazartesi günü Fanatik’te yazmışız bu satırları...
O gün, bugün neler olabileceği konusunda fikirlerimizi beyan etmişiz.
Yeniden koyuyoruz bu yazıyı, çünkü ihale, Dursun Özbek’e kalıyor şimdi...
Olmaz...

Kalmamalı...

Futbolda Kevin Grosskreutz, basketbolda Kizer skandallarını elbette unutmuyoruz. Dursun Özbek yönetimi de hata yaptı, bunu kabul ederiz, fakat bunlar devede kulak...

Galatasaray, Avrupa Kupaları’ndan ceza alacak ise buradaki en suçsuz adam Dursun Özbek çünkü...
Kimler mi suçlu?

Elbette listenin en başında cezaya neden olan sezonların başkanı var...

Sonrasında, o başkanın döneminde görev yapmış yöneticiler ve elbette profesyoneller...

En nihayetinde de senede bir kez yapılan Mali Genel Kurul’da o dönemin yönetimlerinin lehine kalkan eller...

Dursun Özbek, sadece kaldırdığı o eller nedeniyle eleştirilebilir ya da suçlanabilir.

Kimse, “Üyeler, seçimle gelen yönetimini ateşe atmaz, ibra eder. Galatasaray geleneği bunu gerektirir” de demesin. Adnan Polat orada...

Galatasaray’ı kurtarmak için uğraşıp duran Dursun Özbek, geçtiğimiz günlerde tüm eski başkanları ve duayenleri aynı masanın etrafına davet etti. Alp Yalman, Faruk Süren, Mehmet Cansun, Duygun Yarsuvat, Ali Dürüst, Adnan Öztürk, İrfan Aktar, Eşref Alaçayır oturdular yanyana...

Sizce kim gelmedi “Özel işlerim var” diyerek o toplantıya...

12 Şubat 2016, Cuma 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Varlıklı olmak...‘’

Baba ile ortanca oğlu sıkı Beşiktaşlı... En büyük ile en küçük kardeş doğuştan Fenerli... Ailenin eniştesi, koyu Galatasaraylı... Varlıklı olmak böyle bir şey işte... Mustafa Koç’un vefatından çıkaracak çok ders var. Benim açımdan en mühimi şu: Zengin olamasak bile varlıklı olalım. Sadece cenaze törenlerinde değil, halâ sağlıklı nefes alabiliyorken, elele tutuşalım.

1907 Fenerbahçe Derneği’ni kurdu, ilk başkanı oldu.
1993 yılında Fenerbahçe Basketbol Takımı’nın idaresini üstlendi. 4 yılda 11 milyon dolarlık kaynak yarattı. Bugünkü başarıların temellerini attı.
1997 yılında henüz tescil edilmemiş Fenerbahçe logosunu tescil ettirdi.
Fenerium markasını kurdu ve bu marka ile mağazayı kulübe armağan etti. Fenerium’u kulübe devrederken, ‘1907’nin de tescilini alarak kulübe ayrı bir gelir kapısı getirdi.
Türkiye’yi bir ilkle tanıştırdı.
O dönemlerde pek bilinmeyen kombine bilet satışını ilk yaptıran O’ydu. 1994-2002 yılları arasında Şükrü Saracoğlu Stadı VIP tribünü bilet satışları 1907 Fenerbahçe Derneği tarafından yapıldı.
1997 yılında ‘Fenerbahçe şirketleşmeli mi, halka mı açılmalı?’ adlı bir kitap hazırlatarak, kulübün şirketleşme ve halka açılması konusunda ilk adımı attı. Bu konuda birçok panel organize ederek kamuoyunun aydınlanmasını sağladı, şirketleşme konusunun oylandığı Genel Kurul Toplantısı’nda yönetime tam destek verdi.
O’nun başkanlığındaki 1907 Fenerbahçe Derneği, sadece spor değil sosyal sorumluluk projeleriyle de Türkiye’ye büyük hizmetlerde bulundu. 2001-2002 yılları arasında 500 çocuğun eğitim masrafını karşıladı.
2003 yılında Koç Holding’te Yönetim Kurulu Başkanlığı görevine getirilince geri plana çekildi ve kardeşi Ali Koç 1907 Fenerbahçe Derneği’nde önemli görevler üstlenmeye başladı.

Henüz 56 yaşındayken hayata gözlerini yuman Mustafa Koç’un, Fenerbahçe’ye hizmetleri böyle sıralanmıştı internet sitelerinde...

Çok iyi bir Beşiktaşlı babanın, Rahmi Koç’un oğluydu.
Evdeki aşçı tarafından, kardeşi Ali Koç ile birlikte götürüldüğü Fenerbahçe maçlarında, Sarı-Lacivert’e aşık olmuştu.
Durumu, bir maça giderken Mustafa-Ali kardeşlerin ellerindeki Fenerbahçe bayrağını görünce fark eden Rahmi Koç, hemen devreye girmiş, ortanca oğlu Ömer Koç’u Beşiktaşlı yapmak için seferber olmuştu.
Burası önemli...
Mustafa-Ali kardeşleri, Beşiktaş’a döndürmek için baskı kurmak değildi yaptığı; diğer oğluna Beşiktaş’ı sevdirmekti.

3 oğlundan ikisi Fenerbahçeli olan Rahmi Koç’un kız kardeşi Suna hanım da; İnan Kıraç ile evli...
Peki; İnan Kıraç’ın spor dünyasındaki yeri ne? Galatasaray Eğitim Vakfı Başkanı... Alliance Galatasaray, Paris Başkanı... Galatasaray Spor Kulübü Divan Üyesi...

Yeryüzündeki gökkuşağı gibi Koç ailesi... Çok iyi Beşiktaşlılar’ın, çok iyi Fenerbahçeliler’in, çok iyi Galatasaraylılar’ın var olduğu...
Siyah ile Beyaz’ın, Sarı ile Lacivert’in ve Kırmızı ile Sarı’nın yanyana durduğu...

Cenaze töreni de böyleydi Mustafa Koç’un... Bırakın tuttuğu takımı, hayat görüşleri bile birbirine taban tabana zıt insanları aynı safta buluşturmuştu.

Yılmaz Özdil yazmıştı;
“Eş anlamlı bilinir ama... Zengin olmak başka şeydir. Varlıklı olmak başka şey. Her zengin, varlıklı değildir. Zengin... Para, mal, mülk istifler. Hayatı ıskalar. Varlıklı... Bilim, kültür, sanat biriktirir. Hayatın tadını çıkarır. Maganda zengin, dolu. Cahil varlıklı göremezsiniz.
Zenginin cenazesi kalabalık olur ama, gözyaşı yoktur. Kendisiyle hiç tanışmamış insanların Mustafa Koç’un ardından hissettiği samimi üzüntünün sebebi, artık aramızda olmamasına rağmen, hayatımızdaki varlığı’dır.”

Zengin olmasanız bile varlıklı olun lütfen... Sadece cenazeler birleştirmesin bizi... Hayattayken, halen sağlıklı nefes alabiliyorken elele tutuşalım.
Kavga etmeyelim artık, barışalım...

27 Ocak 2016, Çarşamba 01:30
YAZININ DEVAMI