Arama

Popüler aramalar

‘’Kuyudaki eşek!‘’

Çok, ama çooook eski bir hikayedir... Fakat, her yazıldığı gün, gelecekle ilgili yine insanlara iyi fikirler verir...

Bir gün, bir çiftçinin eşeği kuyuya düşer. Adam ne yapacağını düşünürken, hayvan saatlerce anırır. En sonunda çiftçi, hayvanın zaten yaşlı olduğunu, kuyunun da kapanması gerektiğini düşünür ve eşeği çıkartmaya değmeyeceğine karar verir. Bütün komşularını yardıma çağırır. Her biri, birer kürek alarak kuyuya toprak atmaya başlarlar. Eşek ne olduğunu fark edince, önce daha beter bağırmaya başlar. Sonra, herkesi şaşkına çevirir, çünkü biraz önce ortalığı inleten eşek, susmuştur. Komşuları bir kaç kürek toprak daha attıktan sonra, çiftçi dayanamaz, kuyuya bakar. Öyle ya, eşek ölmüş olabilir!

Fakat... Gözlerine inanamaz. Eşek, sırtına düşen her kürek toprakla müthiş bir iş başarmaktadır. Üzerine atılan toprağı aşağıya silkeleyerek, yukarı çıkmak için kendisine basamak hazırlamaktadır. Komşular toprak atmaya devam ederler... Eşek de insanların şaşkın bakışları arasında, kuyunun kenarından bir adım daha atıp dışarı çıkar. Sonrasında da koşarak oradan uzaklaşır!

Sözün özü şu; Hayat, her gün bir kürek toprak atacaktır üzerinize... Geleceği belirlemek ise sizin elinizde... Boğulmanız beklenen o kuyudan çıkmak istemiyorsanız; sadece bağırıp çağırırsınız, çaba sarfetmez ve ölümü beklersiniz... Hedefiniz yaşam ise üzerinize atılan her kürek toprağı, zirveye çıkan bir basamak haline getirebilirsiniz.

Hayatın her alanı için geçerli bir hikayedir bu... Bugün futbol dünyamızda da kazananlar ve kaybedenler var elbette...

Kuyuya düşenler de var... O kuyuya her gün kürek kürek toprak atanlar da... Komşusuna yardım ettiğini düşünürken, kuyuya düşene ne kadar büyük bir kötülük yaptığını görmeyenler de var... Bilmeden, istemeden ve hiç düşünmeden, düşene yardım edenler de!

Hikayenin sonunda bazı çıkarımlar yapılıyor. Onları da paylaşalım isterseniz sizlerle...

Sıkıntılarınızın her biri, bir adımdır aslında. İçine düştüğünüz en derin kuyulardan bile yılmayarak, usanmadan çalışarak çıkabiliriz. Parola şu; Silkelenin ve biraz daha yukarı çıkın. Mutluluğun 5 basit kuralını unutmayın;

1. Kalbinizi nefretten arındırın; Affedici olun.
2. Düşüncelerinizi, endişelerinizden arındırın; Çoğu zaten hiç gerçekleşmez.
3. Basit yaşayın ve elinizdekilerin kıymetini bilin.
4. Daha çok verin.
5. Daha az bekleyin...

(Eski bir yazıdır... Günü yeniden gelmiştir!)

12 Kasım 2015, Perşembe 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Akîl adamlar!‘’

Bir bu olmamıştı, o da oldu sonunda... Trabzonspor Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu ve yöneticileri başardı. Avni Aker Stadyumu, kurulduğu günden bu yana ilk kez ‘Cezaevi’ olarak kullanıldı.

Tebrikler...

Trabzonspor’un hakkı yenmiştir, bu doğru... Trabzonspor özellikle son maçta katledilmiştir, bu da doğru... Ve hatta sezon başından bu yana Trabzonspor, hakem hatalarıyla boğuşmaktadır, bu da harfi harfine doğru... Fakat verilmeyen bir penaltının, uçup giden 3 puanın hesabı böyle mi görülmeli?

İstanbul’dan uçağa binerken, “Ben gelene kadar stattan dışarı çıkmasınlar” talimatı vermek ne demek Başkan? Bu talimatı duyup kilitlenen o kapının önünde bir Profesörün nöbet beklemesi, nasıl bir ruh hali? Hakemler saatlerce alıkonuluyor ve yapılan savunma şu: “Yemeklerini de verdik, çayını da ikram ettik...” Bu mudur yani!

Gözler; Trabzon Valisi’ni arıyor normal olarak... Gözler; Trabzon Emniyet Müdürü’nü arıyor... Yoklar...

Hoş! Kurşunlanan Fenerbahçe otobüsü için “Taş’tır o taş” yorumunu yapmıştı Vali Bey! Polis açıklama yaptıktan sonra da “Metalik parçalar” demişti. Yani pek de umut verici değildi aslında çözüm için... Ama yine de o şehrin mülki idare amiri... Bir nevi o şehrin en yetkili adamı yani... Olaydan 2 gün sonra çıktı meydana... “Alıkonulma yok, güvenlik nedeniyle böyle davrandık” dedi. Yedik! Olay olmuş bitmiş... Olay yeri, temizlenmeye çalışılıyor! Tam da bu esnada; eski başkan Sadri Şener açıklama yapıyor: “Utanıyorum” diyor. Yangına benzin döküyor... Bunu, çekip giderken düşündünüz mü Sadri Bey... Trabzonspor’u bırakıp giderken... Camianızın yaşadığı bu travmalarda hiç mi kabahatiniz yok! Koskoca Trabzonspor ailesinin, bir ‘sinir küpü’ne dönüştüğü bu süreçten, “Utanıyorum” diyerek sıyrılıp çıkabilir misiniz?

Trabzon şehrinde sistemli olarak garip olaylar yaşanıyor. Haliyle bu kentin en önemli markası olan Trabzonspor’da da durum aynı...

Artık geçmişe bakıp hayıflanmanın, utanmaların sıkılmaların zamanı değil... Şimdi ortak bir akıl ortaya koyma zamanı... Eskisiyle yenisiyle; solcusuyla sağcısıyla, Merkezlisiyle Oflusuyla... Trabzon şehrinin akîl adamlarının zamanıdır şimdi... Biraraya gelin Sadri Şener, Ahmet Suat Özyazıcı, Özkan Sümer, İbrahim Hacıosmanoğlu, Celil Hekimoğlu, İbrahim Usta ve Mehmet Ali Yılmaz ve aklımıza gelmeyen tüm Bordo-Mavili efsaneler... Biraraya gelin, ortak bir akılla Trabzon’a, Trabzonspor’a sahip çıkın...

Yoksa, tablo ortada... Gelecek, bu günden iyi olmayacak. Avni Aker’de her maçta futbol harici her şey konuşulacak. Yaşanmayan bir şey kaldı çünkü... Düşünmek bile istemediğimiz... Biraraya gelin artık... Yoksa bedelini hep birlikte ödersiniz...

02 Kasım 2015, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Beşiktaş kamyonu‘’

Attığı gol, 24... Maç başına 2.6 ortalama... Hafta sayısı daha 9 ama... Galatasaray’dan 6, Fenerbahçe’den 10 gol fazla atmışlar.
Yediği gol, 9... Maç başına 1 ortalama... Galatasaray ve Fenerbahçe ile aynı sayıda gol yemişler.
Kazandığı maç sayısı 7... Galatasaray’ın 5, Fenerbahçe’nin 5...

Beşiktaş, el freni boşalmış kamyon gibi... Durmuyor. Durdurulamıyor. Kaza da yapmıyor.
Çünkü direksiyonda, tecrübeli bir şoför var. Uzun bir yola çıktıklarının farkındalar. Fakat asla vites düşürmüyorlar. Onlar için tek korkutucu sorun; motor ve yakıtta...

Bu takımın motoru, Atiba...
Tolgay ve Veli’nin yokluğunda, Topal-Souza ya da Selçuk-Bilal ikilisinin oynadığından daha çok oynuyor. Bazen Necip’le, bazen Sosa’yla, bazen Oğuzhan’la destek buluyor. Fakat kişisel performansı inanılmaz.
Soru ise şu; Bu performansla nereye kadar gidecek? İlk yarı bitimine kadar böyle oynarsa, Kartal uçmaya devam eder. Fakat bazen rölantiye alması gerek, ama onu kim dinlendirecek?

Kamyonun deposu şu an full...
Mario, Töre, Olcay ve hatta Cenk, hatta Quaresma... ‘Kurşunsuz benzin’ gibiler şu an... Hem performansı artırıyorlar hem motoru koruyorlar hem de çevreye zarar vermiyorlar.
Soru ise şu; Gün gelir de Mario da Demba ba gibi durur mu? Bir oynayan, bir yedek kalan Q17 arıza yapar mı? Töre su kaynatır mı!

Beşiktaş, şu an her dişlisi mükemmel işleyen bir makine gibi!
Ve buradaki soru da şu;
O çarklardan biri sorun yaratırsa, ‘orijinal yedek malzemesi’ var mı?

İşler doğru giderken sormak gerek bu soruları... Çünkü işler kötü giderken, yol gösteren çok olur! Attıkları gollerin ardından bırakın sevinmeyi bir tarafa, hemen en yakınındaki oyuncuyu çağırıp taktik veren Güneş’in aklında da eminim ki benzer sorular var.

Beşiktaş şu ana kadar hak ettiği yerde... Şenol Güneş şu ana kadar hak ettiği yerde... Gomez ve bütün Kartallar şu an hak ettiği yerde...

Fakat... Futbol, acımasız bir oyun... Hata affetmez...
Ne Arena’ları var, ne Kadıköy’leri... Evleri Beşiktaş, mabedleri Olimpiyat! Misafir gibiler aslında evlerinde...
Ve top artık yönetimde... Kaç yıldır ‘bitti-bitecek’ diye oyalayıp duruyorlar. Artık bitirmeliler o stadı... Gerekirse günde 30 saat çalışarak!
Top artık yönetimde... Takımın şu anki performansına güvenerek uykuya yatmamalılar... Devre arasında mutlaka takviye yapmalılar. Gerekirse biraz daha borçlanarak...

Çünkü...
Bir Atiba, yarım Gomez daha alırlarsa; şampiyonluk çok yakın...
Kendi evine geçerse bu takım; gelecek sezon Şampiyonluk Ligi müziğinin çalması kesin gibi...

Almazlarsa... Geçmezse...
Alan geçebilir... Geçen çıkabilir!
Çok yazık olabilir...

28 Ekim 2015, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’FB-GS‘’

Bir zamanlar komşular birbirine maç izlemeye giderdi. Galatasaraylı ev sahibi, Fenerbahçeli misafiri gücenmesin diye galibiyet sevincini yaşamaz, misafirleri gittikten sonra da iş işten geçmiş olurdu zaten.
Ama bu dert değildi!
Dostluklarımız vardı bizim, her şeyden daha önemli olan...

Galatasaray’ın Neuchatel’i yendiği o efsane maçı hatırlıyorum mesela. Ya da Fenerbahçe’nin unutulmaz Bordeaux maçını. Tanju attığında Kadıköy’de, rahmetli Hüseyin attığında Florya’da başlardı zafer konvoyları.
Sevinçlerimiz vardı bizim ortak olan.

“3-0 mağlubuz. Hakem ilk yarıyı bitirdi. Soyunma odasına giderken, Tanju bizimle makara yapıyor. Adam bize 3 gol atmış, rakibiz ama samimiyiz. İkinci yarı başlayacak, bu kez Rıdvan’ın yanına geldi. Rıdvan, “Git yanımdan yeneceğiz sizi” deyince Tanju gülerek şu karşılığı verdi: “Ben 3 tane attım. Siz ne atarsanız atın.” İkinci yarı biz golleri attıkça Tanju kaçıyor bizden. Rıdvan’la ben sevinmeyi bıraktık, onu arıyoruz ama Tanju ortada yok. Uyanık adam ya, hemen kaçmış soyunma odasına...”
Hakan Tecimer anlatıyor; hani ilk yarısı 3-0 Galatasaray galibiyetiyle, 90 dakikası ise 4-3 Fenerbahçe galibiyetiyle biten maçı...
Maça bak, hikayeye bak!
Eğlencelerimiz vardı bizim, üzüntüde bile yaşanılan...

“Valla çok fazla ayrıntıya gerek yok. 10 sene önce Kadıköy’deki 2-1’lik galibiyette oynayan oyunculardan biriyim. Bundan büyük anı mı olur!”
Suat Kaya’dan istenen bir derbi anısı bu. Daha şık bir anlatım olabilir mi?
Böyle zeki adamlarımız vardı, leb demeden Çorum’u anlatan...
“Hangi sene hatırlamıyorum. Fenerbahçe-Galatasaray derbisi olduğu kesin ama. Maça iki saat kala köprü trafiğinde sıkışıp kaldım. Bir polis yanıma yaklaştı; “Abi sen oynamıyor musun?” dedi. “Yetişirsem oynayacağım” deyince, “Atla arkaya” karşılığını verdi ve beni motosikletiyle maça yetiştirdi.
Rıdvan Dilmen’den bir anı bu da...
Polislerimiz vardı bizim, sadece biber gazı sıkmayan...

“Oberle kardeşler hasta. Hasan da sakatmış. Eksik kadroyla karşımıza çıkmayın, maçı erteleyelim.”
Fenerbahçeli Galip Kulaksızoğlu’ndan Galatasaray’a...
Centilmenlerimiz vardı, eli öpülecek olan...
“Yarın bizimle maçınız var. Sait
hadi, git yat dinlen...”
Galatasaraylı Ali Sami Yen’den Fenerbahçeli rakibine...
Başkan’larımız vardı, rakibini koruyup kollayan...

Hafta sonu bilmem kaçıncı Fenerbahçe-Galatasaray derbisi oynanacak.
Belki Fenerbahçe bilmem kaç yıldır olduğu gibi yine kazanacak.
Belki Galatasaray bilmem kaç yıl sonra Kadıköy’deki talihsizliğini kıracak.
Şimdi lütfen 10 saniyeliğine durun ve samimi bir şekilde düşünün.
Hangi sonuç, yukarıda anlatılan hikayeler kadar keyfinize keyif katacak?
Sahi ne var o günlerden elimizde kalan...

21 Ekim 2015, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Robin van Persie‘’

Vitor Pereira...
26 Temmuz 1968’de Portekiz’de doğdu. Futbolu, amatör oynadı, 28 yaşında bıraktı. Sonra alt yapılarda teknik adamlık deneyimini yaşadı. Porto Üniversitesi’nde Spor Bilimleri ve Beden Eğitimi Yüksek Okulu’nda okudu. Kendi sınıfının not ortalaması olarak en iyi ikinci öğrencisiydi. 2004-05 sezonunda profesyonel oldu; Portekiz’de 3. ligde mücadele eden Sanjoanense’yle anlaştı. Sonra, aynı seviyedeki Espinho’nun başına geçti. 1 sezon, Porto minik takımını çalıştırdı. İki sezon 2. ligdeki Santa Clara’da görev yaptı. 2011’de Porto’da Villas Boas’ın yardımcılığına getirildi. Boas, Chelsea’ye gidince; takımın başına geçti. İki sezon takımı lig şampiyonu yaptı. Sonra Al Ahli’ye, buradan da Olympiakos’a gitti. Takımı sezon sonunda şampiyon yaptı. Ayrıca Yunanistan Kupası’nı da kazandı.

Özetle...
Porto ile 2012 ve 2013’te Portekiz Ligi Şampiyonluğu’nu, 2011 ve 2012’de Portekiz Süper Kupası’nı kazandı. Olympiakos ile 2015 Yunanistan Ligi Şampiyonluğu ve 2015 Yunanistan Kupası Şampiyonluğu’nu elde etti.

Robin van Persie...
6 Ağustos 1983’te Hollanda’da Rotterdam kentinde doğdu. Ailesi, onun aktör olmasını istedi. Ancak o futbolu seçti. 1997’de Excelsior’un alt yapısında futbola başladı. Ardından Feyenoord’a geçti. 2001’de A Takım’a yükseldi. Feyenoord’da 3 sene oynadıktan sonra Arsenal’e gitti. 194 maçta 96 gol attı. Sonra 22.5 milyon Pound’a Manchester United’a gitti. 86 maçta 48 gol attı. Hollanda formasıyla 99 maça çıktı, 49 gol attı. 2006, 2010 ve 2014 Dünya Kupaları, 2008 ve 2012 Avrupa Şampiyonası’nda oynadı.

Özetle...
Feyenoord’la 2002’de UEFA Kupası’nı kazandı. Arsenal’le 2005’te FA Cup, 2004’te Community Shield’i kazandı. Manchester United’la 2013’te Premier Lig’i, 2013’te Community Shield’i kazandı. Hollanda A Milli Takımı’nın en çok gol atan oyuncusu... 2002’de Hollanda’nın en yetenekli oyuncusu seçildi. İngiltere’de 5 kez ayın en iyi oyuncusu seçildi... 2012 ve 2013’te İngiltere’de Gol Kralı oldu. 2012’de Yılın En İyi Futbolcusu seçildi.

Elbette ast-üst ilişkisi olmalı. Askeri disiplin olmasa bile, futbolcu, teknik direktörüne saygı göstermeli. Ancak şu gerçekleri de görmeli.

Robin van Persie bu formuyla yedek kalmaz. (Hocası hangi dakikada görev veriyorsa çıkıyor, oynuyor. “15 dakikalık oyuncu değilim” demedi hiçbir zaman. Üstelik, hemen pozisyona giriyor. Yani küsmüyor, savaşıyor.)

Fenerbahçe, Kadıköy’de bu kurguyla oynamaz. (Kaleci, 4 savunma, 3 birbirine benzeyen savunma ağırlıklı orta saha... 8 savunmacıyla çıkıyor sahaya... Bu takım, Kadıköy’de Fernandao-Van Persie ikilisiyle başlamalı oyuna.)

Bu kariyer, o kariyeri yönetemez. (Fenerbahçe Yönetimi, müthiş bir takım kurdu, ancak unutulmasın ki, savaşı askerler değil generaller kazanır.) Nokta!

07 Ekim 2015, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bırakıp git Çoban!‘’

13 Nisan 1977, Çorum doğumlu...

Ama memleketi Amasya...

Amasya Anadolu Öğretmen Lisesi’nden mezun oldu. Ardından Manisa Celal Bayar Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu’nu kazandı. Mezun olduktan sonra beden eğitimi öğretmeni olarak Konya’ya atandı. Konya Selçuk Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu’nda Antrenörlük Eğitimi Anabilim Dalı’nda master yaptı.

Eşi müzik öğretmeni.

Ecem adında bir kızı, Hüseyin Denizhan adında bir oğlu var.

İyi derecede İngilizce biliyor.

15 Mart 1998’de göreve başladı.

2007’de Süper Lig’e yükselmeyi başardı. Kariyerinde 46 Süper Lig maçı var. 191 sarı, 13 kırmızı çıkartmış. 11 kez penaltı düdüğü çalmış. 11. penaltısı sonrası, ortalık karıştı. Ortalığı karıştıran ise ne kulüp temsilcileri, ne teknik direktör, ne de futbolculardı. Her şeyi bizzat kendisi yaptı.

Teknik adama uzatılan mikrofonu ödünç aldı ve konuştu:

“İnanılmaz üzgünüm. Maçtan sonra görüntüleri izledim. Empati yaptım. İki takım adına da çok ağır hatalar yapmışım. Rizeli oyuncuyu boşuna oyundan atmışım. Penaltı kararını yanlış vermişim. Kahroldum. Kasıtlı olarak yapılan bir şey değil. Futbolcular da bizim gibi bir emek sarf ediyorlar. Hafta boyunca çalışıyorlar. Bu hatalar beni moral-motivasyon olarak çok sarstı. Hakemlikle ilgili, görevi bırakıp bırakmama kararımı bir hafta içinde vereceğim, ama çok huzursuz ve mutsuzum. Kimsenin de mutsuz olmasını istemiyorum.”

Hepinizin bildiği gibi, Deniz Çoban’dan bahsediyoruz.

Belki, hiç bir zaman üst düzey hakem olamadı. Belki, bir kez bile derbi maçı yönetemedi. Belki, bir çok maçta çok önemli hatalar yaptı. Ama eminim ki; çaldığı şu son düdükle, Türk Futbolu’nda bir çığır açtı.

Şimdi geri adım atmamalı...

Kuddusi Müftüoğlu ‘bırakma’ dese de, bırakıp gitmeli Deniz Çoban...

Hata yapan insanların sürekli mazeretler ürettiği ülkemizde, istifa denilen onurlu bir davranış olduğunu yeniden hatırlatmalı hepimize...

O gün, o mikrofona söylediği her kelime, eminim ki, temiz futbol isteyen herkesin kalbine bir ok gibi saplandı. Çünkü erdemli bir hareket yaptı Deniz Çoban. Sadece dürüst adamların, güvenilir adamların, vicdanı olan adamların, hesap-kitap peşinde koşmayan adamların yapacağı hareketti bu...

Kariyerindeki ilk derbiydi bu belki de... Alnının akıyla çıktı.

Şimdi bir büyük ders daha vermelisin hocam...

İstifa etmelisin.

Bırak FIFA kokartını falan bir tarafa... Sen kalbinin tam üstüne ‘adam’ yazan kokartı taktın, bir daha sakın çıkartma...

30 Eylül 2015, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Beşiktaş'taki tehlike‘’

Maçtan günler önce konuştu Beşiktaş Başkanı Fikret Orman...

“Yeni bir MHK göreve geldi. MHK ile alâkalı olarak ‘biz iyi niyetliyiz ve takip edeceğiz’ demiştik. Yapılan tüm atamaları, sadece bizim maçımız değil, tüm atamaları yakından takip ediyoruz. Ben ve arkadaşlarımızın tecrübesi bu atamaların alt satırını okuyabilecek yeterlilikte. Umarım düşüncelerimde yanılırım. Atama yapılmış ve Fırat Aydınus tecrübesi belli olan bir hakem. Bir tek ben Beşiktaş maçıyla alâkalı konuşmak istemiyorum. Bunun arkasındaki niyet, umut ediyorum benim okuduğum niyetler değildir.”

Başkan; Fırat Aydınus ve Barış Şimşek (Fenerbahçe-Bursaspor) atamalarından rahatsızlık duyuyordu. Çünkü Trabzon bölgesi hakemi olan Barış Şimşek yıllar sonra Fenerbahçe’nin maçına veriliyordu.
Maçlar oynandı.

Hakem yorumcumuz Serdar Tatlı; Barış Şimşek ile ilgili şu yorumu yaptı: “Serdar’ın Uygar’a yaptığı müdahale, penaltıydı. Dany atılmalıydı.”
Tatlı’nın Fırat Aydınus hakkındaki yorumu da şöyle: “Gomez’in dirseği ile Skulason’un elmacık kemiğine darbesinin karşılığı, Dünya’nın hiçbir yerinde sarı kart olmaz. Yüzde 100 kırmızı olmalıydı. Hakem, saha içinde saldırgan hareketleri olan oyuncuları mutlaka cezalandırmalıdır. Cenk Tosun’un Ahmet Çalık’ın üzerine saldırdığı pozisyonda, Aydınus bir takım arkadaşı gibi davrandı.”

Bu hafta böyle denk geldi; önümüzdeki hafta tam tersi de olabilir. Baksanıza; Dünya’nın en iyi birkaç hakemi arasında yer alan Cüneyt Çakır’ın Türkiye’de her maçı tartışılıyor. Diğerlerinin vay haline... Hakemlerimiz süper değil, futbolcularımız centilmen değil, yöneticilerimiz iyi niyetli değil!
Hâl böyleyken; mükemmel bir tablonun ortaya çıkması mümkün mü? Elbette değil!

Sorun şu: Yıllardır bu yönetim profili kazanıyor! Doğal olarak da yönetenler her daim kazanmak için aynı yolu izliyor. Aziz Yıldırım da böyle yaptı ve kazandı bir zamanlar... Adnan Polat da, Ünal Aysal da... Serdar Bilgili de, Yıldırım Demirören de... Sadri Şener de, İbrahim Hacıosmanoğlu da...

Soru ise şu...
Önünde Fenerbahçe derbisi var. Kazanman halinde lider olacağın bir maç bu... 2 sezondur derbi kazanamıyorsun üstelik. Buna rağmen Mario Gomez ayarındaki bir profesyonel basıyor rakibine dirseği... Tolga tecrübesindeki bir kaleci, adam kovalıyor maçtan sonra... Cenk’i Aydınus itiyor, kavga etmesin diye... Ersan Gülüm, gözü patlamış adamın üzerine yürüyor tedavi için dışarıya çıkarken...
Hakem atsa seni, ne diyeceksin savunmanda? Bu gerilim neden?

Ve tüm bunların, disiplini ile tanınan Şenol Güneş’in takımında yaşanması ilginç... Bu gerilimi bir an önce bitirmeli Şenol hoca...
Bu gerilim, Beşiktaş’ı bitirmeden.

23 Eylül 2015, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Seçimden sonra biter!‘’

3 Temmuz 2011 tarihine geri sarın bandı...

Zekeriya Öz nerede? Tutuklanma kararı çıktı, yurtdışına kaçtı!

Mehmet Berk nerede? O görkemli günler, geride kaldı.

Bavulcu Mehmet Baransu nerede? Silivri’de, cezaevinde...

Tapeleri oluşturan kolluk kuvvetleri nerede? Kumpasçı ilan edildiler, kimileri hapiste kimileri sürgünde.

4 yılı aşkın süredir futbolumuzun içine etti bu dava... Öyle ya da böyle bir nihai karar verilmediği sürece de içine etmeye devam edecek.

Aslına bakarsanız, dün bitmesi bekleniyordu; fakat iki neden, yine uzattı.

İlki; Lutfi Arıboğan’ın savunması. Bu savunma mı; skandal mı, itiraf mı? “Elimizde kanıt yoktu, UEFA’ya gazete haberlerini gönderdik” dedi, Türk Spor Tarihi’nin bir türlü vazgeçemediği büyük spor adamı!

İkincisi; 1 Kasım!

Mahkeme heyeti üzerinde siyasi bir baskı olduğunu düşünmüyoruz elbette! Fakat, Çarşı davasının 29 Aralık’a ertelenmesi de bir ipucu... Şike davası, 5 Ekim’de bir kez daha ertelenir ve seçimden sonraki ilk duruşmada biter.

19 Eylül 2015, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI