Arama

Popüler aramalar

‘’Kuyudaki eşek!‘’

Çok, ama çooook
eski bir hikayedir...
Fakat, her yazıldığı gün, gelecekle ilgili yine insanlara iyi fikirler verir...

Bir gün, bir çiftçinin eşeği kuyuya düşer.
Adam ne yapacağını düşünürken, hayvan saatlerce anırır.
En sonunda çiftçi, hayvanın zaten yaşlı olduğunu, kuyunun da kapanması gerektiğini düşünür ve eşeği çıkartmaya değmeyeceğine karar verir.
Bütün komşularını yardıma çağırır.
Her biri, birer kürek alarak kuyuya toprak atmaya başlarlar.
Eşek ne olduğunu fark edince, önce daha beter bağırmaya başlar.
Sonra, herkesi şaşkına çevirir, çünkü biraz önce ortalığı inleten eşek, susmuştur.
Komşuları bir kaç kürek toprak daha attıktan sonra, çiftçi dayanamaz, kuyuya bakar.
Öyle ya, eşek ölmüş olabilir!
Fakat...
Gözlerine inanamaz.
Eşek, sırtına düşen her kürek toprakla müthiş bir iş başarmaktadır.
Üzerine atılan toprağı aşağıya silkeleyerek, yukarı çıkmak için kendisine basamak hazırlamaktadır.
Komşular toprak atmaya devam ederler...
Eşek de insanların şaşkın bakışları arasında, kuyunun kenarından bir adım daha atıp dışarı çıkar.
Sonrasında da koşarak oradan uzaklaşır!

Sözün özü şu;
Hayat, her gün bir kürek toprak atacaktır üzerinize...
Geleceği belirlemek ise sizin elinizde...
Boğulmanız beklenen o kuyudan çıkmak istemiyorsanız; sadece bağırıp çağırırsınız, çaba sarfetmez ve ölümü beklersiniz...
Hedefiniz yaşam ise üzerinize atılan her kürek toprağı, zirveye çıkan bir basamak haline getirebilirsiniz.

Hayatın her alanı için geçerli bir hikayedir bu...
Bugün futbol dünyamızda da kazananlar ve kaybedenler var elbette...

Kuyuya düşenler de var...
O kuyuya her gün kürek kürek toprak atanlar da... Komşusuna yardım ettiğini düşünürken, kuyuya düşene ne kadar büyük bir kötülük yaptığını görmeyenler de var...
Bilmeden, istemeden ve hiç düşünmeden, düşene yardım edenler de!

Hikayenin sonunda bazı çıkarımlar yapılıyor.
Onları da paylaşalım isterseniz sizlerle...

Sıkıntılarınızın her biri, bir adımdır aslında.
İçine düştüğünüz en derin kuyulardan bile yılmayarak, usanmadan çalışarak çıkabiliriz.
Parola şu; Silkelenin ve biraz daha yukarı çıkın.
Mutluluğun 5 basit kuralını unutmayın;
1. Kalbinizi nefretten arındırın; Affedici olun.
2. Düşüncelerinizi, endişelerinizden arındırın; Çoğu zaten hiç gerçekleşmez.
3. Basit yaşayın ve elinizdekilerin kıymetini bilin.
4. Daha çok verin.
5. Daha az bekleyin...

Yeni sezonda görüşmek üzere...

03 Haziran 2015, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Alkışlıyoruz!‘’

Heyecanlanmayın hemen, siyaset yapmıyoruz! Tamamen sportif bir yazı bu... Sadece, kıran kırana geçen, nefes nefese biten bir sezonun ardından kazananı alkışlıyoruz. Ahmet Ocaklı’yı, Ceyda Gürcan’ı, Burçin Aslan’ı, Gabrielle Pin’i, İsa Turan’ı, Sedat Peker’i, Veli Muğlı’yı, Feyyaz Yalçın’ı, Osman Çamdal’ı... Onlar, bu şampiyonluğun görünmeyen kahramanları... Bir de Ömer Asaf var tabii, o sadece Galatasaraylılar’ın değil, tüm gönüllerin şampiyonu...

Ünal Aysal, Özkan Olcay, Ümit Özdemir, Dursun Özbek, Şükrü Ergün, Sedat Doğan, Aka Gündüz Özdemir, Emir Sarıgül, Mehmet Cibara, Adnan Nas, Mete İkiz, Ahmet Ocaklı, Mehmet İpekdokuyan, Mehmet Karlı, Necati Demirkol, Ebru Köksal...

Duygun Yarsuvat, Hamdi Yasaman, Dursun Aydın Özbek, Abdurrahim Albayrak, Ebru Köksal, Mete İkiz, Mehmet Emin İpekdokuyan, Mehmet Can Topsakal, Cem Kınay, İsmail Sarıkaya, Ahmet Tunç Akan, Ceyda Gürcan, Hasan Murat Atay, Ural Aküzüm, Ali Yüce, Selim Arda Üçer, Meral Mercan...

Dursun Özbek, Cengiz Özyalçın, Nasuhi Sezgin, Eşref Alaçayır, Cüneyt Tanman, Can Topsakal, Fatih İşbecer, Tayfun Demir, İsmail Sarıkaya, Ural Aküzüm, Tarık Taşar, Alper Narman, Murat Atay, Ali Yüce, Burçin Aslan, Selim Arda Üçer...

Cesare Prandelli...
Gabrielle Pin...
Vincenzo de Palma...
Giambattista Venturati...
Renzo Casselato...
Marco Fumagalli...

Cenk Ergün

Hamza Hamzaoğlu...
Mert Çetin...
Yıldırım Uran...
Fuat Buruk...
İsa Turan...
Claudio Taffarel...
Metin Mert...
Fadıl Koşulan...
Serkan Salman...
Yener İnce...
Gürbey Kahveci...
Mustafa Korkmaz...
Burak Koca...
Samet Polat...
Cenk Akkaya...
Sedat Peker...
Batuhan Erkan...
Hasan Çelik...
Veli Muğlı...
İlyas Gökçe...
Feyyaz Yalçın...
Salih Necdet Büyükataman...

Fernando Muslera...
Veysel Sarı...
Semih Kaya...
Aurelien Chedjou.
Hakan Balta...
Felipe Melo De Carvalho...
Selçuk İnan...
Yekta Kurtuluş...
Wesley Sneijder...
Yasin Öztekin...
Bruma Armindo Bangna...
Olcan Adın...
Burak Yılmaz...
Umut Bulut...
Osman Tarık Çamdal...
Blerim Dzemaili...
Goran Pandev...
Emre Çolak...
Hamit Altıntop...
Alex Nicolao Telles...
Koray Günter...
Sabri Sarıoğlu...
Sinan Gümüş...
Sinan Bolat...

1 sezon...
2 teknik adam...
3 başkan...
Ve 4. yıldız...

Kek kalıbından 20. şampiyonluğa giden yolda, kulübe idari ve teknik açıdan destek verenlerin listesidir bu...
Ve elbette milyonlarca Galatasaray taraftarı da var alkışı hak eden...

Fakat en çok kim hak etti derseniz?!
Ömer Asaf derim ben...
Hani Ermenek’teki göçükte vefat eden Mehmet Özcan’ın oğlu...
“Babama Galatasaray’ın maçı var desek, madenden çıkar” diyen...
Sevin çocuk...
Sana sevinmeler yakışır...

28 Mayıs 2015, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ruhunu gönderiyor‘’

Tekrar olacak, ama yine de yazacağım.

Kalecin Günay Güvenç...
Sağ bekin Serdar Kurtuluş...
Sol bekin Ramon Motta..
Stoperlerinden biri Pedro Franco...
Diğeri Ersan Gülüm....
(Son dönemde nasıl olduysa Sivok oynatılıyor.)

Rakiplere bakın...

Birinin kalesinde Muslera var...
Diğerinin kalesinde Volkan Demirel...
Birinin sağ beki Gökhan Gönül...
Diğerinin Sabri Sarıoğlu...
Birinin sol beki Caner Erkin...
Diğerinin Alex Telles...
Birinin stoperleri Bruno Alves ile Egemen...
Diğerinin Chedjou ile Semih...

Gel ön liberoya....
Senin elinde Atiba var...

Rakiplere bakın...
Birinin elinde Felipe Melo var...
Diğerinin elinde Mehmet Topal...

İlk onbirinde kalan bölgelerde oynaması en muhtemel isimler kim?
Veli Kavlak...
Gökhan Töre...
Sosa...
Olcay Şahan...
Demba Ba...

Rakiplere bakın...
Emre Belözoğlu, Diego, Sow, Webo, Kuyt...
Selçuk İnan, Sneijder, Olcan Adın, Yasin Öztekin, Burak Yılmaz...
Bu alanda; onlarla, rakiplerini karşılıyorsun; ama savunmada çok geridesin...

Trabzonspor’u deplasmanda devirdikleri gün; Beşiktaş’ı şampiyonluğun en güçlü adayı olarak göstermiştim.
Gelinen noktada görünen o ki; Yanılmışım...
Fakat o gün de Beşiktaş savunması için şunları yazmıştım;
...
“Günay Güvenç... Serdar Kurtuluş... Ersan Gülüm... Tomas Sivok... Ramon Motta... Pedro Franco...
Şimdi tarafsız olun ve şu soruyu yanıtlayın;
Fenerbahçe ya da Galatasaray Teknik Direktörü olsanız, hangisini takımınıza transfer etmek istersiniz?
Benim yanıtım şu; Belki Sivok, o olmazsa da hiçbiri!”
...
Kadro konusunda o gün de bu gün de fikrim aynı...
Fakat itiraf etmeliyim ki; gözden kaçırdığım bir şey daha varmış...
İlerideki ihanet...

Trabzonspor maçından sonraki periyoda bakın lütfen...
Töre, Demba ba, Olcay ve Sosa ne yapıyor?
Hiçbir şey...
Tolgay Arslan’ın durumu ne?
Saha değil, masa başında bu kardeşimizin arkadaşları...

Hâl böyleyken...
Şimdi yine suçluyu başka yerde arıyor Beşiktaş Yönetimi...
Nazı geçtiği yazar-yorumcular aracılığıyla ‘Bilic yüzünden’ algısı yaratıyor.
Kulübün internet sitesinde bile Slaven Bilic’i hedef gösteriyorlar.
Sizin anlayacağınız, Bilic’i yollayacaklar, yol yapıyorlar.

Vodafone Arena’nın reklam filminde ne diyordu Slaven Bilic;
“Yuvaya ruh katmaya geldik...”

Fikret Orman ve ekibi, filmin finalini belirledi: Ruhu gönderecekler.

(NOT: Veli Kavlak bir başkaldırıymış meğer...
Bir isyanmış... O gitti, isyanı bitti Beşiktaş’ın...)

20 Mayıs 2015, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Öyle bir çöpçü ol ki...‘’

“Eğer sizden sokakları süpürmeniz istenirse, Michelangelo’nun resim yaptığı, Beethoven’ın beste yaptığı veya Shakspeare’in şiir yazdığı gibi süpürün. O kadar güzel süpürün ki, gökteki ve yerdeki herkes durup ‘Burada işini çok iyi yapan bir çöpçü yaşıyormuş’ desin...”
39 yıllık hayatının neredeyse tamamını ırkçılığa karşı ve yurttaş hakları eylemleriyle geçirmiş Martin Luther King’in bir sözüdür bu...
Sokak jargonuyla özetleyeceksek eğer; Ne yapıyorsan yap, hakkını ver diyor.

Çöpçü yerleri iyi temizleyecek, pırıl pırıl yapacak.
Polis taraf olmayacak, herkesin güvenliğini sağlayacak.
Doktor ayırım yapmayacak, zengin-fakir herkese sağlık dağıtacak.
Hakem kurallar ne ise onu uygulayacak, kimseyi kollamayacak.
Futbolcu, hangi takımı tutarsa tutsun, giydiği formanın hakkını vermek için uğraşacak.

Örnekleri çoğaltmak mümkün elbette.
Önemli olan, bu düşünceyi, hayat felsefeniz yapmak.
Peki bizim dünyamızda durum ne!
Önce dünyamızdaki vatandaşlarımıza bir bakalım!

Aldığı ilk transfer parasıyla (üstüne biraz da borçlanarak), altına en pahalı ciplerden birini çeken futbolcuların çoğunluk olduğu bir futbol dünyamız var bizim.
Bir Anadolu kulübündeyken berberiyle kanka olan, İstanbul devlerinden birine geldiğinde çıtasını ‘kuaför’e yükselten futbolcuların çoğunlukta olduğu...
Manisaspor’dayken Gaziantepspor’dayken yüzüne bakılmayan, Dört Büyükler’den birine transfer olduğunda banko Milli Takım’a alınan çocuklar bunlar...
Kayserispor’dayken ortalama 4 maçta bir cezalı duruma düşen, kapağı İstanbul devlerinden birine attıktan sonra ‘kırmızı’ nedir unutan...
Ortalama bir Türk genci kadar dahi yakışıklı olmasa da, geldiği kulübün reklamıyla Dünya Güzelleri ile dolaşmayan başlayan...
Subay traşıyla başladığı ‘evrimine’, kafasının bilimum yerlerine çizikler attırarak devam eden çocuklar...
Şanlıurfaspor’dayken kafeteryalarda takılan, İstanbul’da Reynalar, Laylalardan çıkmayan!

Kazandıklarında gözümüz yok elbette, fakat meslekleriyle ilgili her türlü eleştirme hakkına sahibiz.

Vücudunla kazanıyorsan rızkını, ‘ekmek tekne’ne yatırım yap kardeşim... Önce bu yatırımını yap; ondan sonra;
En pahalı ciplere bin...
Kırıta kırıta yürüyen kuaförlerden çıkma...
Milli takımda hep ilk onbir oyna...
Hayatın boyunca kırmızı kart görme...
Dünya Güzelleri ile evlen, Dünyalar Güzeli çocukların olsun...
Öyle bir modasever ol ki; sen Ronaldo’yu değil, Ronaldo seni takip etsin...
Reynalar, Laylalar’da gez, toz, eğlen...

Hayatın hakkını ver yani...

Fakat bir şartla...
Önce futbolun hakkını ver...
Sırtına geçirdiğin formayı sırımsıklam terlet.
Sahada kaybetsen de kafalarda kazan; öyle bir mücadele et ki, tribündeki adam alkışlarla göndersin seni soyunma odana... Kaybetsen bile “Savaştık ama olmadı” dedirt onlara...
Kaçak oynama, oynar gibi yapma...

Hayatının temeline ‘insan’ı koyan Martin Luther King’i, 39 yaşındayken bir insan öldürdü.
Yani futbol değil sadece, hayat da nankördür çoğu zaman...
Fakat halâ ondan bahsediyoruz bakın, çünkü işinin hakkını öylesine iyi vermiş ki...

Takımlar şampiyon olur, futbolcular değil...
Yıllar sonra iyi anılmak istiyorsan futbolcu kardeşim; sahaya çık ve futbolun hakkını ver.
Futbolun hakkını öyle bir ver ki; yıllar sonra gökteki ve yerdeki herkes durup ‘burada işini çok iyi yapan bir futbolcu vardı’ desin...
(NOT: Bu yazı; futbolun, aldığı paranın ve kendisine inanan milyonların hakkını vermeyen; kaçak oynayan veya oynar gibi yapan bazı Fenerbahçeli ve Beşiktaşlı futbolcular için yazılmıştır.)

16 Mayıs 2015, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Final yasal mı!‘’

4 Nisan 2015 tarihinde Fenerbahçe otobüsü, Rize dönüşü kurşunlanmıştı. Bu olayın ardından Türkiye Futbol Federasyonu, Süper Ligi bir hafta erteledi. Lig, aynı fikstür üzerinden devam etti, sadece 31. hafta maçları, 30 ile 32. hafta arasına alındı. Yani, bir haftalığına da olsa İngiltere Premier Ligi’ne döndük!

Peki, neden ligin bitimi bir hafta ertelenmedi?

Neden takımlar, sıkışık bu takvim nedeniyle zorlandı?

Şimdi size aşağıda 18 takım ve o takımların karşısında onlarca futbolcu yazacağım.

Bu listeye iyi bakın!

Galatasaray: Sinan Bolat, Gökhan Zan, Sabri Sarıoğlu, Aydın Yılmaz, Goran Pandev...
Fenerbahçe: Mert Günok, Egemen Korkmaz, Bekir İrtegün, Selçuk Şahin, Emre Belözoğlu, Dirk Kuyt, Pierre Webo...
Beşiktaş: Sivok, Opare, Atiba, Uğur Boral, Jose Sosa...
Trabzonspor: Hakan Arıkan, Belkalem, Özer Hurmacı...
Bursaspor: Civelli, Josue, Belluschi, Holmen, Jose Fernandao, Batuhan Altıntaş...
Kasımpaşa: Ertaç Özbir, İlhan Eker, Divali, Atila Turan, Alpaslan.
Eskişehirspor: Mustafa Yumlu, Ergün Teber, Hürriyet Gücer, Sezer Öztürk, Funes Mori, Ömer Şişmanoğlu...
Gençlerbirliği: Sedat, Tosic, Hakan Aslantaş, Petrovic, Gosso, Nizamettin, Doğa, Hleb...
Kardemir Karabükspor: Waterman, Ahmet, Eren Güngör, Yiğit, Hakan Özmert, İbrahim Serdar Aydın, Furkan Özçal, Viola...
İstanbul Başakşehir: Doka Madureira, Mossoro, Mehmet Batdal, Semih Şentürk, Alparslan Erdem, Tayfun Pektürk, Sedat Ağcay, Orhan Ak...
Mersin İdmanyurdu: Oktay Delibalta, Serkan Balcı, Murat Ceylan, Servet Çetin, Sinan Kaloğlu, Berkan Afşarlı, Serkan Yanık, Cem Sultan, Nurullah Kaya, Adem Güven, Muammer.
Torku Konyaspor: Djalma, Torje, Mahlangu, Mehmet Güven, Uğur İnceman, Ali Turan, Kaya.
Gaziantepspor: Leal, Gökhan Süzen, Gilles Binya, Şenol Can, Orkan Çınar, Eray Birnican...
Sivasspor: Burhan, Ertuğrul, Kadir, Korcan, Aydın, Adem, Toraman, Utaka, Abdurrahman.
Akhisar Belediyespor: Ricardo Vaz Te, Bilal Kısa...
Çaykur Rizespor: Lafferty, Holosko, Ludovic Obraniak, Giray Kaçar, Serkan Kırıntılı, Aykut Erçetin, Necati Yılmaz...
Erciyespor: Serdar Gürler, Edinho, Zoua, Gökhan Değirmenci, Sylla, Caner, Mehmet Akgün, Uğur Demirkol...
Balıkesirspor: Sercan Yıldırım, İsaac, Vargas, Glumac, İlhan Depe, Gomes, Gökhan Ünal, Uğur Akdemir, Emrullah, Burak.

Bu listedeki futbolcuların tek bir ortak özelliği var: 31 Mayıs 2015 günü gece saat 00.00 itibariyle, boşa çıkıyorlar. Yani artık o kulüplerle herhangi bir yasal bağları bulunmuyor!

Bir kaç örnek vereyim... Büyük ihtimalle sezonu Gol Kralı olarak bitirecek Fernandao, belki de Bursaspor’un futbolcusu olmayacak mesela... Sivasspor’un başarılı kalecisi Ertuğrul Taşkıran, yine, yeni ve yeniden Fenerbahçe’ye dönecek. Balıkesir büyük ihtimalle PTT 1. Lig’e düşerken; Sercan Yıldırım belki de Şampiyon olan Galatasaray’daki arkadaşlarıyla kutlamalara katılacak! Ocak ayından beri Trabzon kalesinde devleşen Hakan Arıkan, yeniden Süper Lig’e çıkan Kayserispor’a dönecek! Ömer Şişmanoğlu Beşiktaş’a, Özer Kasımpaşa’ya. Çocukluğundan beri Florya’da olan Sabri Sarıoğlu belki de ev taşıma hazırlıkları yapacak! Dirk Kuyt mesela... O gece resmen Feyenoord’lu.

İşte böyle... 31. haftayı, hafta arasına almasaydı Federasyon; yani ligin bitimi 5-6 Haziran’a kalsaydı... Bir başka takımın futbolcusu, bir başka takım formasıyla, bir başka takıma karşı mücadele edecekti! Yasal olmayacaktı yani hiç bir maç!

Buraya kadar her şey normal...Fakat şimdi Türkiye Futbol Federasyonu’na sormak istiyorum; 3 Haziran’da oynanacak Ziraat Türkiye Kupası Finali ne olacak!

Yani; Bursaspor finale çıktı diyelim; Fernandao yasal hakkını kullanıp ayrılırsa ve diyelim ki Galatasaray ile anlaşırsa! Finalde Galatasaray formasıyla Bursa’ya karşı gol mü arayacak! Fenerbahçe finale çıktı diyelim; Feyenoordlu Dirk Kuyt’un golüyle kazanırsa, ne olacak? Galatasaray finale çıktı diyelim; Sağ bek Sabri mi olacak! Oldu diyelim; ama 31 Mayıs’ta boşa çıkmıştı Reyis! Sivasspor finale çıktı diyelim; Fenerbahçe ile final oynasa; 31 Mayıs gecesi Fenerbahçe’ye dönen Ertuğrul mu koruyacak Sivas kalesini!

Bu şartlarda oynatılacak final yasal olacak mı? Kaybeden dava açsa, kazanma ihtimali var mı! Sahada kazanan, masada kaybeder mi?

12 Mayıs 2015, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şampiyon adayım!‘’

Beşiktaş, Slaven Bilic...
Galatasaray, Hamza Hamzaoğlu...
Fenerbahçe, İsmail Kartal...
Başakşehir, Abdullah Avcı...
Bursaspor, Şenol Güneş...
Trabzonspor, Ersun Yanal...
Mersin İdmanyurdu, Rıza Çalımbay...
Gençlerbirliği, Mesut Bakkal...
Torku Konyaspor, Aykut Kocaman...
Kasımpaşa, Önder Özen...
Gaziantep, Okan Buruk...
Sivasspor, Sergen Yalçın...
Akhisar, Roberto Carlos...
Eskişehirspor, Michael Skibbe...
Çaykur Rizespor, Hikmet Karaman...
Kardemir Karabükspor, Yılmaz Vural...
Erciyes, Fatih Tekke...
Balıkesirspor, Cihat Arslan...

18 takımın 15’ini yerliler çalıştırıyor; 3 yabancıdan biri zirvede!
Lider Slaven Bilic...

Günay Güvenç...
Serdar Kurtuluş...
Ersan Gülüm...
Tomas Sivok...
Ramon Motta...
Pedro Franco...

Şimdi tarafsız olun ve şu soruyu yanıtlayın;
Fenerbahçe ya da Galatasaray Teknik Direktörü olsanız, hangisini takımınıza transfer etmek istersiniz?

Benim yanıtım şu; Belki Sivok, o olmazsa da hiçbiri!

Fakat dikkatinizi çekmek isterim ki; İşte bu oyunculardan kurulu Beşiktaş savunması, Fenerbahçe ve Başakşehir’in ardından (24), ligin en az gol yiyen savunması (26...)
Bu yüzden Lider!

Savunma bir sanattır. Sadece defans oyuncularıyla yapılmaz. Öyle olsa, Alman Milli Takımı’nın kesinlikle gol yememesi gerek!

Savunma, takım halinde yapılır. Ağır işçiler elbette Günay, Serdar, Ersan, Sivok ve Motta; ama bir de önleri var.

Veli Kavlak var örneğin... Bacağı kopsa bile yine çıkar oynar...

Atiba var... Yaşına bakmayın, aldanırsınız, futbolu halâ gencecik bir adam!

Sosa var... Onun gibiler çıtkırıldım olur aslında! Bu, değil... Bakın Trabzonspor maçına, Fatih üç kez çelme taktı, üçüncüsünde dengesini kaybettiği için düştü adam!

Tolgay Arslan var... Almanya’da büyüdüğü nasıl da belli! O kadar küfür var, başını çevirip bakmıyor. Sinirler çelik, futbol bilgisi tam...
Tek kusuru, Türkçesi!

Olcay Şahan var... 90+5. dakikada 92 metre depar atıp golü bulabilen adam... Yedek bıraksan kızmaz, onbir başlatsan mahcup etmez...

Gökhan Töre var. Sadece futbolsa konuşacağımız; Dünya’nın her takımında oynar.

Mustafa Pektemek var.
Kırılmayan kemiği, kanamayan bir yeri kalmadı. Bu sezon kan kaybından ölmedi ya, daha da bi şey olmaz...

Demba Ba var.
Muadilleri oyundan alınırken bile afra tafra yaparken; o yedek bırakıldığı bir maça sonradan girip, ciğerlerini patlatırcasına oynuyor. Atıyor golü, takımına kazandırıyor.

Dedik ya; Savunma bir sanattır diye... Bakın Avni Aker’e, Bilic’in kenarda yaptığı savunmayı göreceksiniz.

Bakın Türkiye’deki herhangi bir stada! Çünkü bir statları yok halâ... Beşiktaş taraftarı ‘her yer benim evim’ demiş, koşuyor takımının peşinden.Bırakmıyor takımını savunmayı...

Artık idman, kamp, futbol falan hikaye...
Sonucu, yürekleri belirleyecek futbolcuların...
Hangileri daha yürekliyse, o göğüsleyecek ipi...

Benim bir şampiyon adayım var!

Kim şampiyon olur, elbette bilemem ama!
Beşiktaş hak ediyor mu derseniz... Hiç düşünmeden ‘evet’ derim.
Galatasaray ya da Fenerbahçe hak etmediği için değil, Beşiktaş daha çok hak ettiği için...

06 Mayıs 2015, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Emenike gol atarsa...‘’

Olmayacak her şey oldu dün gece.

Neresinden başlasak, bilemiyorum.

Emenike gol attı mesela! Hem de santrfor golü. Stoperi birebir yakaladı, pozisyonu buldu, vurdu ve attı. Süs yok, çalım sevdası yok, sadece son vuruş var. Bütün mesele de bu değil mi zaten... Attığı bir tarafa, bir de oyun içindeki etkinliği var. Her uzun topa koşu yaptı, rakip savunmayı topyekün uğraştırdı. İsmail Kartal’ın bu oyun şablonunda aranan hücumcunun görevlerini eksiksiz yaptı.

Diego futbol oynadı bu arada. Muhtemelen sezon sonu bir yerlere kapağı atmak hedefi. Ama olsun. Top aldı verdi, pas yaptı falan. Yani bir futbolcu gibi davrandı!

Fernandao durduruldu. Evet, yanlış okumadınız; Fernandao durduruldu. Egemen ile Alves tank gibi bu adamı oda hapsinde tuttu resmen.

Fernandao ve Bakambu 3-5 metreden topu kaleye atamadı. Daha zoru vardı, onu yaptılar, dışarı vurdular.

Volkan Demirel kendini attıramadı. Oyunu sürekli geç başlatıp üst üste çift sarıdan atılmak için her şeyi yaptı. “At” dedi Cüneyt Çakır’a ama Cüneyt hoca atmadı.

Bir de hep olanlar oldu yine.

Fenerbahçe otobüsü maç öncesi taşlandı yine.

Volkan ve Egemen yine küfür yağmuruna tutuldu.

Hakemlere yine i..e dediler.

Bir de Bursa taraftarı var tabii ki, yine şahaneydiler.

Eskişehir maçındaki Fenerbahçe ve Kadıköy’deki Bursaspor’u düşünenler yanıldı. Çünkü dün gece iki takım, formalarını değiştirmiş gibi oynadı.

29 Nisan 2015, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’N'olcak bu Fener'in hali!‘’

Bir şey çok iyiyse, bir başka şey mutlaka kötüdür burada...

Mesela basketbol erkek takımı, Türk Basketbol Tarihi’nde bir ilke imza atar ve Euroleague’de Final Four’a kalır. Daha Türkçe yazmak gerekirse, Avrupa’nın en iyi 4 takımı arasına adını yazdırır. Bu turnuvada en kötü olsa bile, Avrupa’nın en iyi 4. takımı olacaktır. Üstelik bu bileti alırken, geçtiğimiz yılın şampiyonu Maccabi’yi 3-0’la geçmiştir.
Böyle bir takımın hak ettiği nedir?
Ya da şöyle soralım; Futbol takımı, Şampiyonlar Ligi’nde yarı finale kalsa, ne yapılır?
Sokaklara çıkarsın, evinin bütün camlarını bayraklarla donatırsın, ilk maça gider ellerin patlayıncaya kadar alkışlarsın değil mi?
Basket takımı, İstanbul’a geldi, ilk maçında, en önemli rakibi Efes Pilsen’i ağırladı.
Sıradan bir lig maçı gibiydi tribünler...
Boştu yani..
Hiç bir Türk teknik adam ya da sporcunun söyleyemeyeceği şeyleri söyledi Obradovic... Yüzüne esaslı bir tokat indirdi Sarı-Lacivertli camianın, ama anlayana...
Geçelim kadınlara...
Üç yıldır Euroleague’de Final Four oynuyorlar... Bu arada ligde kaç kez şampiyon oldular, inanın bilmiyorum.
Herhangi bir Avrupa ülkesinin herhangi bir liginde oynasa bu kadınlar, her gün çiçeklere boğulurlar.
Bizdeki karşılığı ne mi?
Coach kovuldu. (Gerçi basketbol konusunda Türkiye’nin en iyisi olan Gökhan German, “Zaten coach falan değil” cümlesiyle özetlenebilecek bir yorum yapmıştı ama...) Böyleyse de getirmek hatalıydı, bu şekilde göndermek daha da hatalı...
Angel’ı neden kovdunuz peki? Sebep, bu coach ile yaşadığı problem değil miydi?
Bibrzycka’nın gönderilmesi var bir de... Ki skandalın büyüğü bu!
Başkan Aziz Yıldırım, onu da karşısında bacak bacak üstüne attığı için gönderdi.
Aslına bakarsanız, bizim geleneklerimize göre (ben kabul etmesem bile) saygısızca bir davranış olarak görülür
bu! Fakat Bibrzycka bizden biri değil ki! Ondan
bizim bu kültürümüzü yaşamasını isteyemeyiz ki!
Bakalım voleybola...
Yatırım üstüne yatırım yapıyor yönetim, erkek takımına...
Fakat elde var kocaman bir sıfır...
Sende verimsiz diye gönderiyorsun bir oyuncuyu, gittiği takımda lig, kupa, Avrupa ne varsa topluyor kupaları...
Sen ise sadece yarı final ya da finalde karşısına geçip, alkışlıyorsun.
Ya kadınlar...
Şu an için şampiyonluğa yürüyorlar. Bunu biliyoruz, ama daha düne kadar Vakıfbank’tan, Eczacıbaşı’ndan ne kadar çektiler ve çektirdiler.
Oysa ki, en az onlar kadar veya onlardan daha fazla harcıyor Aziz Yıldırım ve kurmayları...

Ve gelelim assoliste...
Futbol takımına...
Kalan hafta 7...
Lidersin...
Kalan maçlarını kazansan, rakiplerinin ne yaptığının hiç bir önemi yok. Bu sezon için uydurulan 4. yıldıza ilk sen ulaşacaksın. 3. hiç önemli değildi sanki!
Üstelik rakiplerinin birbirleriyle maçı var. Biri mutlaka puan kaybedecek, berabere kalırlarsa ikisi de kaybedecek!
Ayrıca Beşiktaş’ın Trabzon deplasmanı var; Galatasaray’ın son 7 haftanın en istikrarlı takımı Konyaspor ile maçı var.
Senin yaptıkların ne peki?
Eskişehir’de futbol adına tek olumlu hareketin yok.
Öne geçiyorsun, golü rakibin atıyor; maç bitecek, rakibin bir gol daha atıyor, sadece seyrediyorsun.
Hırs yok, istikrar yok, mücadele yok, savaş yok.
Diego diye bir oyuncun var; 1 aylık parası için seni federasyona şikayet ediyor.
Emenike diye bir santrforun var; daha sahaya çıkmadan ıslıklanıyor, çıktığında formasını çıkarıp sahadan çıkıyor.
Teknik direktörün var; bir maç şahane işlere imza atıyor, bir sonraki maç, yaptığı tüm değişiklikler hatalı...
Taraftarın var; şampiyonluğa gidiyorsun, tribüne gelmiyor.

Burası Fenerbahçe...
Burada bir şey çok iyiyse, bir başka şey mutlaka çok kötü oluyor.
Obradovic’in sözleri, Fenerbahçe’yi nasıl güzel özetliyor!

29 Nisan 2015, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI