‘’Bilic-Emenike-Türkiye‘’
Bu ülkede bazı soruların yanıtları asla verilemeyecek. Daha doğrusu verilecek, ama o yanıtlar günbegün değişecek.
Mesela...
Slaven Bilic iyi teknik direktör mü kötü teknik direktör mü?
Beşiktaş bir maç kazanıyor, adam dahi oluyor; Beşiktaş bir maç kaybediyor, adam hoca falan değil!
Benim fikrim şu:
Adam, Hırvatistan Milli Takımı’nı çalıştırmış; oradan kalkmış Beşiktaş’a gelmiş. Önce bir ülke milli takımı ardından geldiği yeni kulübünün röntgenini çekelim:
Borç dağ değil, sıradağ gibi...
Eski başkanı yüzünden Avrupa Kupaları’ndan men yemiş.
Yönetimi iyi niyetli, ancak bu işlerde iyi niyetten daha çok para lazım. Ki o da yok...
Adam altın istiyor, bronza razı ediliyor.
Dünyada nam salmış taraftarı tribünde yok!
Aslına bakarsanız, o tribünler de yok! Stat diye sürgüne gönderilmiş. Yarı açık cezaevi...
Hâl böyleyken ligde şampiyonluk yarışının içinde... Avrupa Kupası’nda Liverpool deplasmanında alınan 1-0’lık yenilgiye şükretmiyor, üzülüyoruz. Yıllarca, tek esprisi “Fenerbahçe’nin alamaması” olan Türkiye Kupası’na ise daha 10 gün önce veda etti.
Şimdi karar verin: Bilic başarısız mı?
Emmanuel Emenike iyi futbolcu mu kötü futbolcu mu?
Karabük’ten Fenerbahçe’ye, Fenerbahçe’den Spartak Moskova’ya, Spartak Moskova’dan Fenerbahçe’ye baş döndüren bir hızla transfer oldu. Bu üçleme esnasında
5 yıllık süreçte sadece bonservisine ödenen para, yaklaşık 30 milyon Euro... Birçok Anadolu Kulübü’nün yıllık bütçesi bu kadar.
Fiziki güç, inanılmaz... Adam tank gibi, çarpan devriliyor.
Kısa alanda çok hızlı, aslına bakarsanız uzun alanda da öyle...
Ortalama 2 maçta 1 gol atıyor. Zaten klasik bir santrfor değil.
Tespit bu, peki neden halen bu soru soruluyor?
Çünkü bize Stephen Appiah gibiler lazım. Felipe Melo gibiler. Appiah’ın eski bir takım arkadaşı anlatmıştı;
“Bütün maç biz koşardık, ama taraftar maç sonunda sadece onu alkışlardı. Çünkü o, maç biter bitmez formasını çıkartır ve sahanın ortasında sıkardı. Formasından akan sıvı, tribünleri coşturur, ‘adama bak, sırılsıklam’ dedirtirdi. Oysa ki o ter değil, suydu. O, her devre arası formasını suyla yıkar, ikinci devreye öyle çıkardı.”
Emenike iyi futbolcu mu kötü mü, kararı siz verin. Fakat benim bildiğim tek bir şey var: Fenerbahçe taraftarı daha 1. dakikada ıslıklamaya başladığı bir adamın bu takımda daha fazla kalmasına izin vermez.
Mesele sadece kaçan goller olsa; Sow, Gökhan Gönül ve hatta Webo’ya da iyi dileklerini göndermez mi bu tribünler!
Bir de şu Türkiye tanımı var!
Eski Türkiye, Yeni Türkiye meselesi...
Solaryum güzeli spiker, her şeye maydanoz yorumcu ve külhanbeyi büyük abi racon kesiyorlar.
“Biz Tolga Özkalfa’yı yedirtmeyiz. Eski Türkiye bitti. Yeni Türkiye’de böyle şeylere izin vermeyiz?” falan filan...
Sonra içlerinden birisi hafiften uyanıyor, ama iş işten geçiyor!
Bahsettikleri olay, bu hafta sonu yaşandı ve bu hafta sonu da onların savunduğu ifadeyle ‘Yeni Türkiye’ zamanıydı!
Valisi, emniyeti ve tüm idari kadroları; yaşanan son travmaların ardından tamamen değiştirilmiş ve hakikaten bir ‘Yeni Türkiye kenti’ olmuştu Balıkesir.
Sahi siz hiç Yeni Amerika, Yeni Almanya, Yeni Japonya diye bir ülke duydunuz mu? Benim bildiğim bir Yeni Zelanda var, bir de Yeni Gine... Ki onlarda da böyle şeyler yaşanmaz büyük ihtimalle...
Bana göre eskisi yenisi değil tek bir ülkemiz var ve onun da adı belli: TÜRKİYE...twitter @zaferbuyukavci
‘’Biri ve diğeri!‘’
“Benim memurum işini bilir” ile başladı her şey...
“Anayasayı bir kez delmekle bir şey olmaz” ile devam etti...
Biri, “Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz” dedi.
Diğeri, “Bu devlet için kurşun atan da kurşun yiyen de şereflidir” dedi.
“Trabzon’u Akdeniz’in incisi yapacağım” diyeni alkışladı binlerce insan.
“Başkan Haliç’i temizleyecek ve İzmirliler Haliç’te yüzecek” diyen ‘lider’ halen...
“Ege bir Yunan gölü değildir, Ege bir Türk gölü de değilidir. Binaenaleyh Ege bir göl değildir” diyerek aydınlatan liderimiz de oldu bizleri...
“2009’u yazarken de iki sıfır var. Soldaki sıfır ikinin yanında. Attınız. 2. sağdaki sıfır 9’un yanında. Attınız. Kaldı mı dokuz? İki ile dokuz yanyana 29. İki ile 9’u toplayın 11. 29 artı 11 kırk yapar! İşte size partimizin kırkıncı yılı!” diyerek kafamızdaki soru işaretlerini sona erdiren de...
Samsun’daki mitingde “Merhaba Antalya” dedi, çılgınca tezahürat aldı birisi...
“Kağıttepe’de ev tuttum” dedi, Kağıthane’yi bilmeden; sonra da oy kullanamadı zaten diğeri...
Kasıt yoktu, hata vardı!
Darbeler bile yaşandı bu adamların dönemlerinde, fakat televizyonlarda taklitleri yapılabilen yine bu adamlar sayesinde bazen güldük, bazen kızdık! O kadar...
Sonra rüzgâr sert esmeye başladı biraz daha...
Üşüdük!
Birisi;
“Ananı al, git buradan” dedi.
“Artistlik yapma lan” dedi, yine aynı kişi...
“Başbakan sensin, ister asar, ister kesersin” diye akıl verdi, 23 Nisan’da koltuğunu bıraktığı çocuğa...
“Ben zaten kadın erkek eşitliğine inanmıyorum. Onun için fırsat eşitliği demeyi tercih ediyorum” dedi sonra.
Sonra diğeri;
“Biz sayın başbakan gibi söz verip sözümüzde duran insanlardan değiliz” dedi, merakımızı giderdi.
Yönetenleri böyle olunca ülkenin, az yönetenleri de şöyle oluyor işte!
Biri, “Hakem odası basmadım, ama gerekirse basarım” dedi.
Diğeri, “Hakemi aradım, gerek duyarsam yine ararım” dedi.
“Ben oyuncuma soyunma odasında tokat da atarım, hakaret de ederim” dedi, 19 yaşındaki oyuncusunu döven coach...
“Eline sağlık” dedi, futboldaki kardeşi!
Biri, “Belediye gereksiz sokak köpeklerini zehirlesin, yoksa bu iş bana kalacak” dedi.
Diğeri, “Köpekleri, ondan çok seviyorum” yanıtını verdi.
‘Çözülme’ yıllar önce başlamıştı, şimdi ‘çürüme’ evresine geçtik.
Kin dolu hepimizin içi...
Katiller bile eskisinden farklı; artık ‘vahşet’ akıyor her öykü...
Bir spor gazetesinde, böyle bir yazı ile vaktinizi çaldığım için kusuruma bakmayın. Fakat biri kız, iki evladı olan bir baba olarak Özgecan’dan sonra bir şeyler karalamak zorundaydım.
Lütfen; iyi evlatlar yetiştirin...
Renkleri başka olsun, kimlikleri başka, siyasi görüşleri başka olsun. Cinsel kimlikleri nasıl isterlerse öyle olsun, aşık olsunlar bulutların üzerinde hissetsinler kendilerini, ayrılsınlar yıkılsınlar!
Takımları şampiyon olduğunda çılgınca kutlasınlar, şampiyonluğu kaybettiklerinde üzülsünler ama olanı tebrik etmeyi bilsinler.
İyi evlatlar yetiştirin;
Soyunma odasında dayak atmasın öğrencisine, ya da dayak yemesin hocasından...
Evden aldırmasın kimseyi, köpek demesin karşısındakine...
Rakiplerinin kötülüğünden medet ummasın, kendisi iyi olmaya çalışsın.
İyi evlatlar yetiştirin ki; değişsin dünya...
‘’Alo!‘’
Neresinden baksan, neresine el atsan tel tel dökülüyor Türk Futbolu...
Saha dışında bir karmaşa, bir keşmekeş, bir garip gerilim, kavga, sinir harbi, soğuk savaş... Spora ait ne varsa, olmayan her şeyi içinde barındıran bir düzen bu...
Saha içinde işler öyle ya da böyle gidiyordu; Fenerbahçe-Trabzonspor maçı öncesi ciddi anlamda bir erozyon da bu bölgede yaşandı. Herkes yazdı çizdi, fakat bizim de bu konuda bir kaç kelam etmemiz şart!
Önce, kronoloji ile başlayalım...
Trabzonspor Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu, 4 Şubat 2015 Çarşamba günü, (Fenerbahçe maçından 3 gün önce) şu açıklamayı yaptı: “Bu sene hakemler yüzünden 15 puan kaybettik. Fenerbahçe maçı esnasında bir tane kasti hakem hatası görürsem, takımı sahadan çekeceğim. Bu kararı Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören ve Merkez Hakem Kurulu Başkanı Yusuf Namoğlu’na da ilettim. Kasti bir hakem hatasıyla yenilmektense hükmen mağlubiyet almayı tercih ederim. Trabzonspor çok büyük bir camiadır, kimseye yem olmaz. Kararımı uygulamakta çok kararlıyım.”
Futbol kamuoyu henüz bu sözlerin tartışmasını yaparken; 5 Şubat 2015 Perşembe günü (Fenerbahçe maçından 2 gün önce) Sayın Hacıosmanoğlu’dan şu açıklama geldi: “Karşılaşmanın hakemi Bülent Yıldırım’ı telefonla aradım. Kendisi ile konuştum. Kim hak ediyorsa onun kazanmasını sağlayacak bir yönetim göstermesini istedim. Başkaları gibi ‘Hakkımız olmayanı bize versinler’ demedik. Biz o kültürden gelmiyoruz. Biz hakkımıza riayet eden insanlarız. Öyle bir toplumda yaşıyoruz.”
3 Temmuz’dan sonra iyice gerilen iki kulübün futbol maçı, 7 Şubat 2015 Cumartesi günü oynandı. Fenerbahçe’nin çok daha net pozisyonlara girdiği müsabaka, 0-0 sona erdi.
8 Şubat 2015 Pazar günü, (Fenerbahçe maçından bir gün sonra), mikrofonlar yine Hacıosmanoğlu’na yönelmiş durumdaydı: “ Maça gidemedim, ancak takımın genel menacerinin özellikle soyunma odasında beklemesini söyledim. Telefonla sürekli irtibat halindeydik. Eğer bir hakem hatası olsaydı anında talimatla takımı sahadan çekecektim. Diego’ nun pozisyonuna penaltı verilseydi, takımı sahadan çekecektim.”
Bülent Yıldırım, Diego’nun pozisyonuna penaltı çalsa...
Bülent Yıldırım, Egemen Korkmaz’ı o kargaşada atsa...
Bülent Yıldırım, 8 sarı kart gösterdiği Trabzonspor’dan bir oyuncuya kırmızı çıkartsa...
Bülent Yıldırım, bir ofsaytı atlasa, bir faulü farklı yorumlasa, bir korneri vermese, bir taçı görmese...
İhtimaller üzerine yaptığımız yorumlar bile tüy ürpertici.
Ama halâ normalmiş gibi gösteriliyor manzara...
“Trabzonspor Başkanı aramasa, Bülent Yıldırım bu maçı böyle yönetemezdi” diyen mongol da var; “Bu telefon görüşmesi olmasa, Trabzonspor 2-1 kaybederdi” diyen çok bilmiş de!
Normal değil yaşanan... Trabzonspor Başkanı’nın maçın hakemini, maçtan 3 gün önce araması normal değil... Ne konuştuklarının hiç de önemi yok. Şimdi içinizden bana küfrediyor ve ‘nesi normal değil’ diyorsanız, empati yapın lütfen...
Avni Aker’de oynanacak Trabzonspor-Fenerbahçe maçından 3 gün önce, Aziz Yıldırım, maçın hakemini arasa ve bunu açıklasa, ne düşünürdünüz mesela?
Yıldırım Demirören... Yani bu ülkenin futboldaki
1 numarası, Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı, dün ekrana çıktı (10 Şubat 2015 salı); “İbrahim Hacıosmanoğlu ceza alacak” dedi.
Ne cezası!
Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı; böylesine önemli bir konuda tam 6 gün sonra mı yorum yapar!
Yapılması gereken şu:
Trabzonspor Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu ile hakem Bülent Yıldırım arasındaki telefon görüşmesi dinlenmeli... Kötü şeyler konuştukları için değil, insanların aklına giren kötü düşüncelerin yok olması için...
Bu, her ne olursa olsun görüşmeyi meşru, haklı ya da olağan kılmaz...
Ancak tereddütler sona erer.
En azından...
‘’Kim şampiyon olur?‘’
Kalede Volkan, sağda Gökhan, solda Caner, göbekte Alves-Egemen ve önlerinde Topal ile Emre-Meireles ikilisinden birisi... En uçta Emenike-Sow-Kuyt üçlüsü; Arkalarında Diego... Alper var; Topal da Emre de Meireles de hücum oynayabilir... Gökhan ile Caner’in kanat bindirmelerini de eklerseniz... Takım savunmasını da takım hücumunu da 7-8 oyuncu ile yapabiliyor Fenerbahçe... Beşiktaş ve Galatasaray’da bu sayı kaç peki?
Son 7 maçta 21 puan toplayan Fenerbahçe ile Galatasaray yenilgisinin etkisini üzerinden atan Beşiktaş arasındaki yarış sürüyor.
Evinde Bursaspor ile berabere kalan Galatasaray ise 1 maçlık uzaklıkta, rakiplerinin hata yapmasını bekliyor.
Peki kim daha avantajlı, ya da daha da ileri gidelim; Kim şampiyonluğa daha yakın?
Bugün bu sorunun yanıtını arayalım.
Beşiktaş’ta Olcay, Demba Ba, Gökhan Töre ve onların arkasında oynayan Sosa ile Oğuzhan’dan oluşan hücum hattı, Bilic’in büyük kozu...
Hatta bu 5’linin gerisindeki Atiba-Veli ikilisi de gerçek bir sigorta...
En büyük sorunu 1. Bölgede Beşiktaş’ın... Sağda Serdar, solda Motta ya da İsmail, göbekte Ersan-Franco ve en geride Tolga’nın standardı yok. Bir gün çok ekstra oynayıp uçurabilirler Kartal’ı, bir diğer gün ise çok berbat oynayıp yakabilirler.
Haklarında ortalama bir öngörü olmaması, teknik adamlarının kâbusu...
Galatasaray’da her şey; Muslera’nın kurtardıkları, Sneijder’in attıkları, Selçuk- Burak ikilisinin ruh hali ve Melo’nun takımı ne kadar ateşleyebileceğine bağlı...
Yoksa...
O kadar sağ kanat alındı; Sabri oynuyor...
O kadar sol kanat alındı; Hakan Balta oynuyor.
Semih’in yokluğu doldurulamıyor, daha düne kadar ‘gitsin’ denilen Chedjou aranıyor.
Umut, Olcan, Telles, Veysel, Tarık, Yekta’nın üzerine takım kurulamıyor.
Düşünün; çok kritik Bursa maçında, ölüm dakikalarında kazanılan penaltı vuruşu bile, yıldızların bir bir kaymasına neden oluyor! Onların ışıklarını da alıp gizlendiği dakikada ateşten gömleği; Hamza
Hamzaoğlu ile birlikte performansı tavan yapan Emre giymek zorunda kalıyor.
Attı kahraman oldu genç adam; atamasa...
Geçelim lidere...
Onları en sona bırakmamın nedeni, bundan sonra yazacaklarımı, Beşiktaş ve Galatasaray kadrolarına da sizin uygulamanız...
Önce savunmasına bakalım Fenerbahçe’nin...
Kalede Volkan, sağda Gökhan Gönül, solda Caner Erkin, göbekte Bruno Alves-Egemen Korkmaz ve önlerinde Topal ile Emre-Meireles ikilisinden birisi...
Takım savunmasını direkt 7 tecrübeli adamla yapabiliyor Fenerbahçe ve dikkat edin, sadece 1 yabancı ile çözüyor bu işi...
Geçelim hücum hattına...
Emenike, Sow, Kuyt’tan oluşan ileri üçlü, onların arkasında oynayan Diego...
İlk etapta bu 4’lüyü Alper Potuk ile besliyorlar. Gerek duyulursa Emre de, Meireles de, Topal da hücuma destek veriyorlar.
Gökhan Gönül ile Caner Erkin’in Avrupa futbolunda dahi ilk üçe girebilecek kadar başarılı kanat performanslarını da dikkate alırsanız...
Fenerbahçe’nin 7-8 oyuncu ile de hücum yapabildiğini göreceksiniz...
Ayrıca Bekir’in Hasan Ali’nin her daim hazır oluşu, Webo’nun her oyuna girişinde mutlaka skora etki yapması, devre arası gidecek denilen Selçuk Şahin’in inanılmaz katkısı da cabası...
Şimdi Beşiktaş ve Galatasaray kadrolarının kaç oyuncuyla ‘iyi hücum’ ve kaç oyuncuyla ‘iyi savunma’ yapabildiklerine bakın...
Kişisel fikrim; Bursaspor kadrosunun da bu değerlendirmenin içinde yer alması...
Çünkü puan farkı kaç olursa olsun; onların 3 Büyükler’den birini ekarte edeceğini ve sezonu ilk 3’te bitireceğini düşünüyorum.
‘’Papatya falı‘’
Papatya falı gibi Fenerbahçe... Sevenleri her maç sabahı yeniden yaprakları tek tek kopartıp sayacak; Sevinecek miyiz, üzülecek miyiz?
Ruh hali sürekli değişen, kaprisleriyle bezdiren, ama asla sevmekten vazgeçilmeyen sevgili gibi...
Mersin ve Başakşehir maçlarından sonra devre arasına girilmiş, “Acaba bu tempo devam eder mi?” sorusu sorulmuştu. Kasımpaşa maçındaki kusursuz futbol, bu sorunun yanıtı gibi algılanmıştı.
Ancak Karabük’te görüldü ki, Fenerbahçe futbol takımı, asla öngörülerle tanımlanamaz.
Selçuk Şahin ve Emenike ile gelen golleri bir kenara bırakın. Diego sahada yok, Emenike geziniyor, geçen haftaki Alper ve Kuyt’tan eser yok.
Gökhan ve Caner’in kanatları; Erkan ve Traore için otoban gibi... Çıkartın dün geceki Fenerbahçe’den Alves- Egemen ikilisini, Volkan’ı ve Topal’ı; bir daha düşünün sonucun ne olacağını...
Yazının sonunda küçük notlar düşelim isterseniz...
- Karabük Yönetimi “Tolunay Kafkas ile devam” kararı aldı. Doğru tektir, doğru karar budur.
- Savunma ve hücuma çıkışları kusursuz olan Karabük, gol bölgesindeki krizi çözemezse, kâbus görmeye devam eder.
- Gönül çıktı, Topuz girdi. İlk Karabük atağında Topuz’un adamı golü attı, ikincisinde ise Volkan kurtardı. Yani Topuz, 12. Karabüklü gibi oynadı!
- 2-1’den sonra Karabük maçı tek kaleye çevirdi. Büyük takım bu kadar baskı yememeli.
- 4 dakikalık uzatmayı uzun toplarla oynadı
Fenerbahçe... Uzatma böyle oynanır mı?
Ve son söz: Kazanan haklıdır...
Evet ama...
Fenerbahçeliler sezon sonuna kadar daha çok ‘Papatya falı’ açacaktır.
‘’Tanımadığım bir kız!‘’
İki kız, kendi aralarında konuşuyordu. Ekonomi üzerine eğitim aldıkları için, konuşmaları da elbette uzmanlık (!) alanları üzerineydi. Kızın biri dedi ki, o çirkin, şımarık, son derece itici olan bir telaffuzla;
- “Yaaa okudun muuu... Enflasyon fırlamııış... Borcumuz katlanmıııış, milyar dolar olmuş...”
Diğeri, bilirkişi konumunda ve aynı iticilikte;
- “Anlayamadığım bi şi var! Bizim ülkenin darphanesi yok mu yaaaaa... Bassınlar parayı, ödesinler borcu, indirsinler enflasyonu...”
Daha alık olanı, çok bilmiş bir edayla yanıtladı kankasını!
- “İyi de kızıııımmm... Darphanede lira basıyorlar... Bizim borç dolar amaaaaa...”
Bu kızlarımız okuyacak, büyüyecek ve bu ülkenin ekonomisini düzeltecek işte...
Yıllar yıllar önceydi... Beşiktaş altyapısından küçücük bir çocuk, Barcelona’ya transfer oluyordu. Olmadı, gidemedi çocuk... İnönü’de gittiğim her Beşiktaş maçından çok iyi biliyorum ki, müthiş bir yetenekti. Birçok taraftar, maçın ilk 45 dakikasını hikayeden izliyor, devre arasını bekliyordu. Çünkü hakem düdüğü çalıp, takımlar soyunma odasına gittiğinde, henüz futbol topu kadar olan bu çocuk sahaya çıkar, muhteşem bir resital veriyordu.
O gün bu gündür bekliyoruz Muhammed’i... Geçen günlerde bir de baktım, manşet olmuştu. Ne futbolu ne de attığı golle değil maalesef... Gece kulübünde bir kızla görüntülenmişti ve internete düşen fotoğrafın üzerinde, “Beşiktaşlı Mami kardeşim sudeyle” yazıyordu, yanına da kırmızı kalpler konulmuştu.
Gencecik adam, izin gününde çıkar dışarıya, yapar alemini... Bana ne! Benim takıldığım da bundan sonrası zaten...
Genç kardeşim; kendini aklamak için şunları yazmış sosyal hesabından:
- “Tanımadığım bir bayanın benimle fotoğraf çektirmek istemesi üzerine çekilmiş bir fotoğrafın böyle yayınlanması, beni ve ailemi çok üzdü...”
İyi de kardeşim Mami; kızın memeleri neredeyse ağzına girecek, koala gibi sarılmış sana ve dudaklarıyla öpücük veriyor. “Tanımadığım bir kız” diyorsun!
De ki, “Gencim, izin günümdü, gittim, eğlendim. Bir daha 20 yaşında olamayacağım. Yine de hataysa bu özür dilerim...”
Buna saygı duyulur işte...
Haberin olsun; Sen inanmasan bile biz halâ bekliyoruz: Barça’nın kapısından dönen Mami büyüyecek, yıldız olacak ve milli takımda bizi coşturacak.
Gecenin bir vakti işten çıkmış, eve gitmişim... Günün yorgunluğu üzerimde... Şortumu, tişörtümü giyip televizyonu açtım. Bu arada arkadaşlar mesaj yağdırıyor, bir programda benim bir hafta önce yaptığım haber yayınlanıyormuş. Açtım, baktım... Bizim gazetenin küpürleri gösteriliyor, ama dikkatle Fanatik yazısı silinmiş şekilde... Benim yazdığım haber okunuyor, kelimesi kelimesine, noktası virgülüne... Sayfada her şey aynen duruyor, ‘Fanatik’ logosu ve benim imzam silinmiş sadece! Bu arada sürekli ‘Amatör futbolda taciz skandalı’ diyor o ürkütücü ses tonuyla bir adam ve klasik televizyon efektleri; ‘dan, dan, dan...’
Konuşmacılardan biri, “Bu gazetede yayınlanmış, değil mi” diyor. Solaryumdan çıkıp ekrana yapışan moderatör bey, konuyu geçiştiriyor... Futbol topunu görse bomba sanacak olan, ama Dünya üzerindeki her konuda bilgi sahibi olduğunu zanneden ve ülkeyi kendi başına yönetebileceğini düşünen yorumcu, “Tebrikler kardeşim, büyük bir gazetecilik başarısı” diyor.
Ya sabır çekiyorum, bekle diyorum, bulaşma diyorum. Ve dayanamayıp mesaj atıyorum solaryumdan çıkıp ekrana yapışan moderatöre; “Bu haberi bir hafta önce ben yaptım, gazetemde yayımlandı. Devamı konusunda bilgi isterseniz, üç gün de devamını yayınladık. Sonraki gazetelerde, ayrıntıları bulabilirsiniz.”
Aktif olarak kullandığı numaraydı bu ve gördüğüne eminim. Çünkü kendileri, telefonlarıyla TFF Başkanları’nı bile canlı yayına alabilen yüce insanlar!
Bir kez bile gazetemden bahsetmediler.
Sonra çıkıp “Benim emekçi kardeşlerim” dedi solaryum güzeli moderatör bey... Önceki gece, eski çalıştığı TV kanalını suçladı! Emek hırsızlığı yaptığı programın devamında, “Emek hırsızlığı yaptılar” demeye getirdi!
‘Emek’ kelimesi utandı!
Gazetecisi, futbolcusu, ekonomisti bu işte ülkenin... Yönetici kısmına hiç girmedim dikkat ederseniz! İlhan babadan başlasak, biter mi bu yazı!
İyi ki Demba Ba var, Kuyt var, Sneijder var, Erkan Zengin var. İyi ki Olcay Şahan var, Alper Potuk var, Selçuk İnan var, Cardozo var. İyi ki Rıza Çalımbay var, Mehmet Özdilek var, Abdullah Avcı var.
İyi ki varsınız ve artık çoğalmalısınız iyi adamlar!
‘’Gökhan ecnebi, Marco Türk‘’
İlk yarının gergini; Beşiktaş... 16 maçta 7 kırmızı gördüler. Neredeyse iki maçta bir 10 kişi kaldılar. İlk yarının sakini; Balıkesirspor... Puan cetvelinin en son sırasındalar ama hiç futbol dışına çıkmadılar. Kırmızıları yok; aynı zamanda ligin en az sarı kart gören (27) takımlar.
*********
İlk yarının hayal kırıklığı; Sivasspor... İyi bir takım, iyi bir futbol anlayışına sahip teknik direktörleri (Roberto Carlos) olmasına rağmen, küme düşme hattına çakılıp kaldılar. Sergen Yalçın ile son hafta kazandılar, yıllardır bizi alıştırdıkları o görüntüleri yeniden sergilemeye başladılar.
İlk yarının bombası; Başakşehir Belediye... Üç Büyükler’den dışlanmış yerlileri, isimlerini dahi ancak oynadıklarında öğrendiğimiz yabancıları ile müthiş bir iş başardılar. Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray’ın ardından 4. sırayı kaptılar.
*********
İlk yarının fiyaskosu; Taraftar... Statlar yapılıyor herbiri birbirinden janjanlı... Fakat ne için, kimin için? İlk yarıda neredeyse bir maçta bile dolu stat yoktu...
İlk yarının en coşkulusu; Konya... Bir ayda 7 maç oynandı şehirde, içlerinden biri de Beşiktaş-Trabzonspor maçıydı. Full çekti neredeyse hepsinde tribünler... Konyalılar’a tebrikler...
*********
İlk yarının golcüsü; Yine, yeni, yeniden Gekas... Yaşlı diyorlar, zart diyorlar, zurt diyorlar: Adam çıkıyor sahaya, rakibin ismine cismine bakmadan atıyor. Daha ne istenir ki bir santrfordan! İlk yarının karavanacısı; Aatif Chachechoue... Geçtiğimiz yıl ligin Gol Kralı olmuştu, bu sezon henüz 4’te... O atamayınca, Sivasspor da işte bu hallerde...
*********
İlk yarının en başarılı teknik adamı; Rıza Çalımbay... Aslında İrfan Buz da, Abdullah Avcı da, Şenol Güneş de başarılı elbette... Fakat bu seçim, tamamen ön yargım yüzünden! Çünkü sezon başı “Bu Mersin küme düşer” demiştim, bana fena kapak yaptılar!
İlk yarının en başarısız teknik adamı; Mehmet Özdilek... İtiraf etmeliyim ki, çok üzülerek yaptım bu seçimi... Çünkü Mehmet Özdilek aslında bu değil... Olmadı işte, tutmadı kimyaları. Yapacak bir şey yoktu, ayrıldılar.
*********
İlk yarının en iyi kalecisi; Volkan Babacan... ‘Kırık Kalpler Durağı’ Başakşehir’in bir başka ferdi! Fenerbahçe’de doğup büyümüş Volkan, kendini Avcı’nın takımında buldu. 16 hafta bitmiş, yedikleri gol sayısı 8... Maç başı; 0,5; Yuh yani!
İlk yarının en kova kalecisi; Emrullah Şalk... 15 maç oynamış, 31 gol yemiş... Maç başı 2,06; Bravo yani!
*********
İlk yarının hırçını; Elyasa Süme... 8 sarısı var, iki maçta bir sararıyor, 4 maçta bir oynayamıyor! Murat Ceylan var bir de... Sahaya girer girmez atılarak, az zamanda büyük iş başardı bu küçük dev adam...
İlk yarının gamsızı; Cenk Tosun! Ligin en hırçın takımı Beşiktaş’ta sarı kart bile görmeyen adam... Ben olsam ahengi bozuyor diye yollarım!
*********
İlk yarının savunması; Uğur Uçar, Yalçın Ayhan, Epureano, Ferhat Öztorun... (Başakşehir Belediyespor) İlk yarının savunma(ma)sı; Uğur Akdemir, Kulusiç, Coelho, Bülent Cevahir... (Balıkesirspor)
‘’Harika bir yıldı!‘’
Şampiyon Fenerbahçe’yi sahaya alkışlarla aldılar. Akhisar Belediye, Kayserispor ve Kardemir Karabükspor’a da bizden alkışlar...
*************
Hakemi uyardı; kırmızı kart gören rakip oyuncuyu sahada tutturdu. Bravo Veli Kavlak...
*************
Çok kritik bir deplasmanda kazandılar, liderlik koltuğunu geri aldılar. Fakat stadı tıklım tıklım dolduran Konyaspor taraftarına saygısından üçlü çektirmedi bu adam... Adrenaline meydan okuyan Olcay Şahan, süpersin.
*************
Biz yine yoktuk bir Dünya Kupası’nda... Ben yine televizyon başında, Brezilya’yı tutuyordum! Ama bu kez bir farkla; O vardı. Yıllar yıllar sonra, bir Dünya Kupası’nda, üstelik hem yarı final hem de finalde kalbimiz onun için çarptı. Türk Futbolu’nun büyük değeri; Cüneyt Çakır...
*************
Cristiano Ronaldo, Lionel Messi falan hikaye! Real Madrid ile Barcelona’yı da boşverin bu sene! Şampiyon Atletico Madrid ve elbette gururumuz Arda Turan... Bir de Şampiyonlar Ligi Finali’nde sakat olmayıp oynasan ve kupayı kaldırsaydın...
*************
Yunanistan hemen dibimizde, yapacağımız en küçük bir hatayı bekliyor... Ülke puanı açısından bizi geçse, ligimizde şampiyon olacak takım bile Şampiyonlar Ligi’ne direkt gidemeyecek. Hâl böyleyken;
Beşiktaş ile Trabzonspor çıktı sahneye... Harika sonuçlar aldılar, gruplarından çıkmayı başardılar ve Yunanistan’ın ümitlerini boşa çıkardılar. Teşekkürler Bordo-Mavi, teşekkürler Siyah-Beyazlılar...
*************
Bir futbol maçına, bundan daha güzel bir pankartla çıkılabilir mi! Bana göre çıkılamaz... 11 adam, 11 harf yazmıştı tişörtlerinin üzerine... Hepsi biraraya geldiğinde Ulu Önder’in adı beliriyordu karşınızda; ‘Yüce Atatürk’... Disiplin Kurulu’na sevk edildiler, ama olsun. Kalbimiz sizinle Fethiye...
*************
Euroleague’de tarihte ilk kez bir Türk Finali oynandı... Galatasaray şampiyon oldu, Fenerbahçe ikinci ve Avrupa bizi izledi... Teşekkürler Galatasaray, teşekkürler Fenerbahçe, teşekkürler kızlar...
*************
Küçük yaş gruplarında bir futbol maçı... Trabzonlu genç sağlık sorunu yaşamış, yardımına ilk koşan Fenerbahçe sağlık heyeti olmuştu. Babaları, ağabeyleri yumruk yumruğa kavga ederken; koca koca adamlara ders veren bu çocuklar... Helal size...
*************
Bir derbi maçı... Hakem ‘aut’ diyor, gencecik adam ‘hayır, korner’ diye kararı düzeltiyor. Hakem teşekkür ediyor, ama yetmez... Bizden de koskoca bir aferin Semih Kaya’ya...
*************
“Birinciysen birincisindir, ikinciysen hiç bir şey” derler ya... Bize uymaz! İşte bu nedenle Şampiyonlar Ligi’nde Avrupa İkincisi olan bu takım, bizim kalbimizde şampiyondur. Alkışlarımız Halkbank’a...
*************
11 Mayıs 2012’den 25 Ocak 2014’e... 42 Türkiye Ligi, 20 Şampiyonlar Ligi, 4 Dünya Kulüpler Şampiyonası, 6 Türkiye Kupası ve 1 Türkiye Süper Kupası... Tam 73 maç... Dünya’nın her yerinden, Dünya’nın bütün oyuncularıyla karşılaştılar ve hepsini yendiler, bütün maçlarını kazandılar. Guinness Rekorlar Kitabı artık onların adını yazıyor, biz yazmasak olmaz; Bravo VakıfBank.
*************
Mevcutlardan ümidimizi kestik, artık gözümüz sizlerde... Ozan Tufan, İrfan Can Kahveci, Gökhan Değirmenci, Enes Ünal, Alper Potuk, Adem Büyük, Berkay Dabanlı, Mustafa Pektemek, Olcay Şahan,
Muhammet Demir... Umutlarımız oldunuz arkadaşlar...
*************
Kötü anları, iyilerinden fazla bir yıldı aslında 2014... Ancak kapanışı güzel yapmak istedim. Unuttuklarım alınmasın lütfen, bilsinler ki, onlarla da gurur duyduk mutlaka...
SENEYE GÖRÜŞÜRÜZ!









































